Menkîbeler
Abdüllatif Uyan / abdullatif.uyan@tg.com.tr
Sıkıntı, işkence, çile
6/23/2011
Efendimiz aleyhisselâm, bir gün mücessem nur misâli Kâbe'ye yürüdü. Orada Rabbine yalvaracak, kulların hidâyete gelmesi için duâ edecekti.
Bir gurup müşrik de, Kâbe yanında toplanmış, buna mâni olmanın hesâbını yapıyorlardı.
Onlara göre, bu gidişe Dur! demeliydi. Her imkânı kullanmalı, söndürmeliydi bu yanan meş'aleyi. Hattâ vücûdunu ortadan kaldırmalıydı Muhammed'in aleyhisselâm.
Onlar böyle konuşurken, Efendimizi gördüler tavafta.
Eh, fırsatı yakalamışlardı. Koşup üstüne çullandılar. Amân Allahım, bu ne kin! Bu ne düşmanlıktı böyle. Boğmak, öldürmek niyetindeydiler. İki cihânın Sultânı zor nefes alıyordu.
O sırada hazret-i Ebû Bekir radıyallahü anh oradan geçiyordu ki, uzaktan itişip kakışmakta olan bir topluluk gördü.
Evet, bir gurup müşrik, Efendimizi tartaklıyorlardı.
Bunu fark edince;
"Durun! Ne yapıyorsunuz, size âlemlerin Rabbinden âyet getiren birini mi öldüreceksiniz?" diye bağırdı.
Bu sözler, müşriklerin yüzünde bir kamçı gibi şakladı.
Efendimizi bırakıp, Ona çullandılar bu sefer. Kimi sakalını yoluyor, kimi tekme savuruyordu. O sırada Teym oğullarından bâzıları yetişip, Onu bir çarşafın içinde evine götürdüler.
Mübârek, aldığı darbelerle bayılmıştı.
Komadan çıktığında, henüz îmân etmemiş annesi vardı başucunda.
Kadıncağız, Onda hayat emâresi görünce, kulağına eğilip;
"Bir isteğin var mı?" diye sordu.
Mübârek sahâbî, zor duyulan bir sesle;
"Resûlullah nicedir, ne yapar, ona da saldırmışlardı" diyebildi ancak.
İşte gerçek muhabbet. "Aşk" dedikleri şey bu olsa gerek.
www.gonulsultanlari.com