Hazret-i Hamza;
"Korkmayın! Gelen, bir kişidir. İyi niyetle geldiyse hoş geldi. Yoksa şu kılıçla başını koparırım!" diyerek teselli etti onladı.
Sonra dışarı çıkıp; "Yâ Ömer! Sen bizi ne zannediyorsun, biz Abdülmuttalip oğullarıyız. Bi-iznillah demiri çiğner, havaya püskürtürüz. Bize karşı zafer bulamazsın. Hele Resûlullahın kılına bile dokunamazsın, haberin ola!" diye kükredi.
Efendimiz aleyhisselâm, kapıya gelip, güler yüzle karşıladılar İbni Hattâb'ı. Eshâb-ı kirâm, elleri kılıç kabzalarında tetikte bekliyorlardı ki, Peygamberimiz, eshâba;
"Çekiliniz, yanından ayrılınız" buyurup sevgiyle kucakladılar Hazret-i Ömeri.
Ve öyle sıktılar ki, kemikleri birbirine geçti sanki.
Bu arada Hazret-i Ömerin kılıcı düştü omuzundan. Kendi de diz üstü yere çöktü.
Efendimiz Onu, omuzlarından tutarak kaldırıp;
"Îmâna gel yâ Ömer!" buyurdular.
O anda "kelime-i şehâdet" yankılandı o odada.
Efendimiz "Tekbîr" getirdiler sevinçten. Mü'minler de bir ağızdan tekrar ettiler.
Allahü ekber!
Allahü ekber!
Yer gök tekbîr sedâlarıyla inledi o gün. Erkam'ın evi, bir anda bayram yerine dönmüştü.
Hazret-i Ömer hicâbından önüne bakıyordu ki, Efenimiz Onun başını öpüp duâ buyurdular.
O anda Cebrâil aleyhisselâm geldi.
Enfal suresinin 64.cü âyetini getirmişti ki, meâlen; "Ey Peygamberim! Sana, yardımcı olarak Allah ve mü'minlerden sana tâbi olanlar yetişir!" buyuruluyordu.
Hazret-i Ömer;
"Kardeşlerimiz kaç kişidir?" diye sordu Resûlullaha.
Efendimiz;
"Seninle kırk olduk" buyurdular.
buyurdular.
(Devamı yarın.)