Fakir bir adam oltayla “balık” tutuyordu bir gün. PadiÅŸah da oradan geçiyordu, bu garibe; “Oltana ilk takılan ÅŸey ne olursa, sana onun ağırlığınca ‘altın’ vereceÄŸim” dedi.
Oltaya bir kemik takıldı.
Ortası da delikti.
Hükümdar “Ne yapalım, ÅŸansın bu kadarmış” dedi ve saraya döndü.
Adamlarına; “Bu balıkçıya, elindeki kemiÄŸin ağırlığınca ‘altın’ verin!” dedi.
“BaÅŸüstüne” dediler.
Ve o kemiÄŸi alıp, terazinin bir kefesine koydular. Öbür kefeye de "altın liralar" koymaya baÅŸladılar.
Bir, beÅŸ, on.
Yirmi, elli, yüz...
Ama hayret, kemiÄŸin bulunduÄŸu kefe, yerinden oynamıyordu. Hâlbuki "üç beÅŸ altını” zor tartardı görünüÅŸte.
“Altın” koymaya devam ettiler.
Kefe doldu.
altınlar taştı.
Ama "kemik" tarafı bir milim bile oynamadı. “Bunda bir sır var” dediler.
Bir âlim çağırdılar.
Hadiseyi anlattılar.
Ve “Bu iÅŸin sırrı nedir?” diye sordular.
Âlim kemiÄŸi aldı.
Åžöyle bir bakıp; “Bu kemik, açgözlü bir insanın göz çukurudur. Bunu tartmak için ‘bütün hazineyi’ tartamazsınız” dedi.
“Neden?” deyince; “Çünkü doymaz, bunu ancak bir avuç ‘toprak’doyurur” dedi.
Hemen koÅŸtular.
"Bir avuç toprak" getirip öbür kefeye koydular. Kefe ânında yukarı kalktı.
Güncelleme Tarihi 15.12.2025
Sitemizdeki bilgiler, bütün insanların istifadesi için hazırlanmıştır. Orjinaline sadık kalmak şartıyla, izin almaya
gerek kalmadan, herkes istediği gibi alıp istifade edebilir.