Cennetten pencere
28.12.2008
Behâeddîn-i Buhârî kuddise sirruh, vefat edince, büyük bir cemaatle kılındı namazı.
Ve defnedildi mübârek kabrine.
Bir talebesi telkin verdi.
Abdülkâdir adındaki bir talebesi, gördüÄŸü bir vak'ayı ÅŸöyle anlatıyor:
Mübârek hocamızı defnedince kabirdeki hâlini merak ettim.
Ve teveccüh eyledim nûrlu kabrine.
Rabbim kaldırdı gözümden perdeyi.
Vâkıf oldum kabir ahvâline.
Åžöyle ki;
Kabrine bir pencere açıldı "Cennet"ten.
Çok güzel "iki hûri" içeri girdiler.
Önce selâm verip;
- Efendim biz, nice zamandır sizi bekliyorduk. Allahü teâlâ bizleri sırf sizin için yarattı, dediler.
Ve eklediler:
- Siz bundan sonra fenâ ve çirkin hiçbir ÅŸey görmeyeceksiniz.
Hocam hûrileri dinledi.
Fakat hiç iltifat etmedi onlara.
Hattâ göz ucuyla bile bakmadı.
- Bize niçin bakmıyorsunuz? dediler.
Cevâben;
- Rabbimin dîdârını görmedikçe Ondan baÅŸka hiç birÅŸeyi görmemeye ahdettim, buyurdu.
Ve ekledi:
- Beni sevenlere ÅŸefaat etmedikçe de hiç kimse ile meÅŸgûl olmayacağım.
PEYGAMBERLİK VAZİFESİ
Bu zat, bir gün bâzı gençlere "Emr-i mâruf"un önemini anlatıyordu ki, bir ara;
- Bir insanın kurtuluÅŸuna sebep olmak, Peygamberlik görevi yapmaktır, buyurdu.
Şaşırdılar:
- Peygamberlik görevi mi efendim?
- Evet. Bütün Peygamberlerin bir tek vazîfeleri vardı ki, o da, insanları gafletten uyandırmak ve Allahın birliÄŸini herkese teblîÄŸ etmekti, buyurdu.
Ve ekledi:
- Emr-i mâruf da bunun için yapılır iÅŸte.
|