Birisi, Zeynel Abidin Ali hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” gıybetini yapmıştı.
Bunu öÄŸrenince o kimsenin evine gidip;
- Hakkımda bazı ÅŸeyler söylediÄŸini iÅŸittim. Dediklerin doÄŸruysa, ben tövbe ediyorum. Rabbim beni affetsin. Yok eÄŸer yalansa, Allah seni affetsin, buyurdu.
Bir devesi vardı ki, kamçısız gidiyor, üzerine bineni hiç incitmiyordu.
Bu zat vefat edince, bir hüzün çöktü deveye.
DoÄŸruca kabrine gidip göÄŸsünü koydu kabrin üzerine.
Uzun uzun inledi.
Onu, mezar başından ayırmak istediler.
Ama kalkmadı bir türlü.
Tekrar uğraşıyorlardı ki, oğlu Muhammed Bakır hazretleri;
- Bırakınız! buyurdu. Madem ki babam öldü, bu da yaÅŸamaz artık.
O halde bıraktılar.
Üç gün sonra geldiklerinde, ölmüÅŸ buldular deveyi o kabrin yanında.
İstesek açarız
Bir gün de, iftiraya uÄŸrayıp, elleri kelepçeli Medine'den BaÄŸdat'a götürüyorlardı bu mübarek zatı.
İmam-ı Zühri, Onu bu halde görünce çok üzülüp;
- KeÅŸke sizin yerinizde ben olsaydım da benim ellerime kelepçe vursalardı, dedi.
Ona cevaben;
- Ey Zühri, bu, bize zor gelmez. İstesek, açar kurtuluruz bu kelepçeden, buyurdu.
Ve bir hamlede açtı ellerindeki kelepçeyi.
Sonra tekrar taktı ve;
- Bu, kulların cezasıdır, bize eza vermez, buyurdu.
Ve ekledi:
- Asıl zor olanı, Allahü teâlânın vereceÄŸi cezadır ki, dünya cezasından kat kat fazladır.
|