Bir gün hazret-i Ali, hazret-i Fatıma'ya,
Sordu ki: (Yiyecekten, bir şey var mı acaba?)
O, cevaben dedi ki: (Hiç yok yiyeceÄŸimiz.
Yalnız para olarak, vardır altı akçemiz.
Meyve istemiÅŸlerdi çocuklar da bu ara.
Bununla yiyecek ve meyve al çocuklara.)
Çıktı hazret-i Ali, görmek için bu iÅŸi.
Lakin yolda gördü ki, çekiÅŸir iki kiÅŸi.
Yaklaşıp, birisine sordu ki: (Nedir bu hal?)
Dedi ki: (Bunun bana, altı akçe borcu var.)
Zaten altı akçesi var idi kendisinin.
Verip, gördü iÅŸini borçlu olan kimsenin.
Ve müsterih olarak, geri döndü oradan.
Eve geldi haliyle, hiçbir ÅŸey alamadan.
Olanları anlatıp, dedi ki: (İşte böyle.
Hiçbir ÅŸey alamadan, eli boÅŸ döndüm eve.
Ama senin verdiÄŸin o altı akçeyle ben,
Kurtardım o mümini, böylelikle hapisten.)
Dedi: (Elhamdülillah, ne güzel iÅŸ yapmışsın.
Çaresiz bir mümini, hapisten kurtarmışsın.)
Lakin mahzun olmuştu hatırı o arada.
Zira Hasan Hüseyin, aÄŸlıyordu odada.
Hazret-i Ali dahi, sezip onun halini,
Çıkıp gitti görmeye, Allah’ın Habibini.
Zira Resulullahın yüzünü, bir kez gören,
Kurtulurdu o anda, cümle üzüntüsünden.
Gördü yolda bu sefer, yabancı bir kimseyi.
Tutardı bir eliyle, besili bir deveyi.
O kimse, selam verip Allah’ın aslanına,
Dedi ki: (Yüz akçeye, satarım bunu sana.)
(Param yok!) dediyse de cevaben o kimseye,
O dedi: (Mühim deÄŸil, al götür veresiye.)
Aldı hazret-i Ali deveyi o kimseden.
Rastladı baÅŸkasına, birkaç adım gitmeden.
O da sual etti ki: (Satılıksa bu deve,
Alırım bunu senden, peÅŸin üçyüz akçeye.)
Üçyüz akçeyi alıp, deveyi sattı ona.
Geldi Resulullahın mübarek huzuruna.
Resul onu görünce, sordu ki ÅŸu suali:
(Deveyi kimden alıp, kime sattın ya Ali?)
Edebinden sustu ve başını eÄŸdi öne.
O Server buyurdu ki o zaman kendisine:
(Ya Ali, Cebrail’di deveyi sana satan.
Sonra da İsrafil’di, deveyi senden alan.
Cennetten getirdiler deveyi senin için.
Lütfu ve ihsanıdır, bu sana Rabbimizin.
Yardım ettiÄŸin için, o borçlu Müslümana,
Bire elli mükafat ihsan olundu sana.)
|