SEYFEDDİN-İ FARUKİ
rahmetullahi aleyh
Hindistan'ın büyük velîlerinden. İnsanlara İslâmiyet’in emir ve yasaklarını anlatarak, onların dünyâda ve âhirette, saâdete, mutluluÄŸa kavuÅŸmalarına vesîle olan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen âlim ve velîlerin yirmibeÅŸincisidir.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu ve Urvetü'l-Vüskâ Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin beÅŸinci oÄŸludur.
İsmi, Muhammed Seyfeddîn, nisbesi Fârûkî'dir. Muhyissünne lakabıyla meÅŸhûr olmuÅŸtur. 1639 (h. 1049) senesinde Hindistan'ın Serhend ÅŸehrinde doÄŸdu. 1684 (h. 1096) senesinde aynı yerde vefât etti. Kabri, babası Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin türbesinin yakınındaki türbededir.
İmam-ı Rabbani’nin torunu olan bu zat,
Serhend ÅŸehrinde doÄŸup, orada etti vefat.
Mübarek babasından tahsil görüp, sonunda,
Çıktı çok yükseklere, o tasavvuf yolunda.
Zamanın sultanını dini yönden terbiye,
Etmek için, emirle gitti sonra Delhi’ye.
Lakin şehre girmeden, yanlarında kapının,
Puta benzer heykeller, görüp durdu ansızın.
Buyurdu ki: (Sultana gidip haber veriniz.
Bu heykeller kalkmadan, bu ÅŸehre girmeyiz biz)
Âlemgir Han da bunu, emir telakki edip,
Kaldırttı o putları, aynı gün emir verip.
Talebesi oldu ve gösterdi saygı, hürmet.
Verdi dini sahada yetki ve selahiyet.
Hindistan’da yayılmış her bid’at ve kötü hal,
Onun bereketiyle, ortadan kalktı derhal.
UnutulmuÅŸ sünnetler, çıkarıldı ortaya.
İslamiyet bu yerde, yeniden oldu ihya.
Çok devlet adamları, kumandanlar, vezirler,
Onun sohbetleriyle, hidayete erdiler.
Ona, öyle saygılı olurlardı ki hatta,
O (Otur!) demedikçe, beklerlerdi ayakta.
Sohbetinde, binlerce fasık, facir ve kâfir,
Hidayete ererek, kalbleri oldu tenvir.
Öyle çok kalabalık idi ki sohbetleri,
İzdihamdan, kolayca girilmezdi içeri.
Hatta bir gün, sultanın oÄŸlu ÅŸehzade a’zam,
GeldiÄŸinde gördü ki, kapıda bir izdiham.
Kalabalık içinden, zor geçerek o bile,
Güçlükle ÅŸereflendi onun sohbeti ile.
Hatta öyle oldu ki, sarık düÅŸtü başından.
Çıkacak gibi oldu, kaftanı arkasından.
Akşam avdet edince babasının yanına,
GördüÄŸü izdihamı, anlattı aynen ona.
Sultan bunu duyunca, çok sevinip dedi ki:
(Allahü teâlâya ÅŸükürler ederim ki,
Öyle büyük bir veli nasip etti ki bana,
Zor girebiliyoruz bizler bile yanına.)
Ve lakin o devirde, biri vardı maalesef.
Hiç onun sohbetiyle olmamıştı müÅŸerref.
Kendini bir ÅŸey sanan o cahil ve bi-edep,
Bu büyük evliyayı, inkâr ediyordu hep.
Bir gece, rüyasında bekçilerden bir grup,
Sopalarla bu zatı, dövdüler hayli vurup.
Dediler ki: (Allah’ın bir sevgili kulunu,
Nasıl inkâr edip de sevmezsin hem de onu?)
Bu korkuyla uyanıp, nazar etti kalbine.
Gördü ki, sevgi dolmuÅŸ, o düÅŸmanlık yerine.
|