İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri,
Onu methetmiÅŸlerdi, çok İslam âlimleri.
İmam-ı Rabbani de buyurdu ki bu babta:
(O, Åžer’i delillerden hükümler çıkarmakta,
Öyle bir dereceye çıkmıştı ki o zaman,
Âlimler aciz kaldı, onu tam anlamaktan.)
O, dinin her emrine uyardı titizlikle.
Kaçırmak istemezdi, bir müstehabı bile.
Abdest edeplerinden, yapmayınca birini,
Kaza etti kırk yıllık namaz ibadetini.
Müctehidler içinde, vera, zühd cihetinden,
O idi en üstünü, sair müctehidinden.
İsa Peygamber gibi, ülül’azm bir büyük zat,
Gökten yere inince, yapacaktır içtihat.
Onun çıkaracağı hükümler de, hep yine,
Muvafık olacaktır hanefi mezhebine.
İslam âlimlerimiz, kendi aralarında,
Bir vazife taksimi yaptılar her asırda.
Yani hangi devirde, hangi iÅŸ mühim ise,
O devrin âlimleri, sarıldılar o iÅŸe.
İmam-ı a’zamın da devrinde mühim olan,
İslam’ın ahkamını, korumaktı ziyandan.
Zira fıkıh bilgisi, hem unutuluyordu,
Hem de, sapık fikirler çıkıp yayılıyordu.
O, Cafer-i Sadık'ın mübarek derslerine,
İki yıl devam edip, kavuşmuştu feyzine.
Ve lakin o devirde, daha mühim iÅŸ vardı.
Zira din düÅŸmanları, dine saldırırlardı.
Yunan felsefesine ait bazı fikirler,
İman ve itikada karışmakta idiler.
Sonra, yahudilikle, hem de hıristiyanlık,
Dine girip, bozmaya başlamış idi artık.
Sonra o devirlerde, ÅŸia ve mutezile,
Gibi sapık fırkalar, yayılırdı hız ile.
Hatta mücessime ve cebriye gibi daha,
Birçok bozuk fırkalar, baÅŸlamıştı çıkmaya.
O, bu tehlikelerin varlığını görünce,
Bunlardan korunmaya, ağırlık verdi önce.
Bu sapık fikirlerden korumak için dini,
Reddiyeler yazarak, susturdu herbirini.
İslam ilimlerini, fıkıh, tefsir ve kelam,
Gibi isimler ile, kollara ayırdı tam.
Sonra bu bilgileri, o gün ve daha sonra,
ÖÄŸretebilmek için bütün Müslümanlara,
Yani İslamiyet’i, doÄŸru, temiz ve berrak,
ÖÄŸrenmeleri için herkesin tam olarak,
Onları, kısım kısım geçerek kitaplara,
Yadigar bırakmıştır, bütün Müslümanlara.
|