Bir kimse var idi ki, o, Ebu Hanife’ye,
Zarar vermek isterdi, düÅŸmanlık olsun diye.
Bir de bahçesi vardı akarsu kenarında.
Ve rengarenk çiçekler açmıştı her yanında.
O bir gün, bu bahçede tertib etti ziyafet.
Onu, talebesiyle yemeÄŸe etti davet.
İmam kabul eyledi onun bu teklifini.
Lakin talebesine, yaptı şu tembihini:
(Ben yemek yemedikçe, siz dahi yemeyiniz.
Ne yaparsam, siz aynen beni takib ediniz.)
Sonra, teşrif ettiler o zatın hanesine.
O, güzel karşılayıp, yer gösterdi hepsine.
Lakin İmam, hemence oturmadı sofraya.
El yıkamak üzere, yürüdü akar suya.
Talebeleri dahi, onu takib ettiler.
(Bakalım ki, bu işte ne hikmet var?) dediler.
Biraz ağırdan alıp, dönünce hep geriye,
Rastladılar orada, kıvranan bir kediye.
MeÄŸer zehirli imiÅŸ yemeÄŸi o kiÅŸinin.
Kıvranıp öldü kedi, ondan yediÄŸi için.
Bir de, talebesinden (Ebu Yusüf) nakleder:
Ben, küçük çocuk iken, aniden öldü peder.
Terzilik sanatını, öÄŸretsin bana diye,
Annem, beni alarak götürdü bir terziye.
DüÅŸündüm: Neme gerek, bu terzilik mesleÄŸi?
Ben, asıl istiyorum dinimi öÄŸrenmeyi.
O terziyi bırakıp, İmama gittim hemen.
Dedim: (İslamiyet’i öÄŸretin bana lütfen.)
O da kabul edince, girdim tam hizmetine.
KavuÅŸtum bu sayede, çok yüksek himmetine.
Annem, sonra gelerek o medreseye kadar,
O terziye götürmek istedi beni tekrar.
Hocama da dedi ki: (Bu çocuk, bir yetimdir.
O, burada ne yapar, ona ne öÄŸretilir?)
Buyurdu: (Yanlış bir ÅŸey gelmesin hiç kalbine.
Hiç düÅŸünme onu sen, bırak kendi haline.
O, burda tereyağı, fıstık ve badem yiyor.
Ve bunlar nasıl yenir, onları öÄŸreniyor.)
Yıllar sonra nihayet, BaÄŸdat’ta kadı oldum.
Sultan Harun ReÅŸid’le, bir gün yemek yiyordum.
Sofraya, tereyağı, fıstık, badem gelince,
Ben, gayr-i ihtiyari gülümsedim hemence.
Ne için güldüÄŸümü sorunca sultan bana,
Olan bu hadiseyi, naklettim aynen ona.
Dedi: (O, ne kâmil bir zat imiÅŸ hakikaten.
Seneler sonrasını, görmüÅŸ o tâ o günden.
Halkın, baÅŸ gözü ile göremediklerini,
O, gönül gözü ile görürdü herbirini.)
|