Hazret-i Ömer Faruk, Allah’tan korkardı pek.
Titrerdi, mahÅŸerdeki hesabı düÅŸünerek.
Buyururdu: (Bir çoban, kaybetse koyununu,
Yarın mahÅŸer gününde, sorarlar benden bunu.)
Dediler ki: (Ya Ömer, görürüz ki gece hep,
Gezersiniz ÅŸehirde her yeri neden acep?)
Buyurdu: (Dolaşırım, uzak ücra yerleri.
Kendim arar bulurum, aciz ve fakirleri.
Zira budur evvela benim asli vazifem.
Onlara yardım etmek, zevk veriyor bana hem.)
Bir yere, yeni vali gönderirken ilk önce,
Ona, vazifesini söylerdi ince ince.
Sonra da bir kağıda, cümle vazifesini,
İki nüsha olarak, yazdırırdı hepsini.
Birinci nüshasını verirdi kendisine.
Yollardı diğerini, şehrin ahalisine.
Ve onlara emredip, derdi ki: (Ey ahali,
Bilin ki, ÅŸehrinize geliyor yeni vali.
Eğer Hakkın emrini tutarsa bu valiniz,
Siz de onun emrine, itaat eyleyiniz.
Yok, Allah’ın emrini terk ederse o bir gün,
Bunu hatırlatınız siz de ona topyekün.)
Abdurrahman bin Avf da nakleder ki ÅŸöylece:
Hazret-i Ömer Faruk bana geldi bir gece.
Buyurdu: (Åžehrimize küffâr diyarlarından,
Bir ticaret kervanı geldi ve kondu şu an.
Gerçi bunlar Müslüman deÄŸiller, hepsi kâfir.
Ve lakin ÅŸehrimize gelmiÅŸlerdir misafir.
Çok kıymetli mallarla yüklüdür kervanları.
Bizlere emanettir, canlarıyla malları.
Zira İslam’ın emri ÅŸöyledir ki her zaman,
Misafir gelenlere, verilmez zarar, ziyan.
Gel, gidelim bu gece bekleyelim onları.
Bizim diyarımızda, olmasın zararları.)
“Peki” dedim, o gece bekledik sabaha dek.
Lakin biri fark etmiÅŸ, bizi takip ederek.
Sonra diÄŸerleri de olmuÅŸ buna muttali.
Kendi aralarında konuşmuşlar bu hali.
(İslam’ın halifesi, cihan titreten Ömer,
Bizim kervanımıza nasıl bekçilik eder?
Halbuki muhaliftir dinimiz, dinlerine.
Buna raÄŸmen o bizzat beklemiÅŸ bizi yine.
Bu, ne ince düÅŸünce, bu ne ahlak, ne edeb.
Demek ki İslam dini, bunları emreder hep.)
Böylece hayran olup, hepsi İslamiyet’e,
Topyekün iman edip, geldiler hidayete.
|