İbrahim Halilullah, Nemrudun ateşinden,
Kurtulup, hicret etti o kâfirin ÅŸerrinden.
Sonra dua etti ki: (Ya Rabbi, fadlın ile,
Bana sen, salihlerden, bir oÄŸul ihsan eyle.)
Onun bu duasını, Rabbimiz etti kabul.
Ve İsmail adında, ihsan etti bir oğul.
Resulullahın nuru, bu çocuk doÄŸduÄŸunda,
Merih yıldızı gibi, parlıyordu alnında.
Pek fazla seviyordu, oÄŸlunu bundan sebep.
Ve her zaman, yanında tutuyordu onu hep.
İsmail, yedi veya onüç yaşında iken,
Rüya gördü babası, mihrabında uyurken.
Gördü ki, İsmail’le otururken beraber,
Bir melek, gelip ona, verdi ÅŸöyle bir haber:
Dedi ki: (Ben Rabbimin elçisiyim, bil bunu.
Allah, kurban etmeni istiyor bu oÄŸlunu.)
Korku ile uyanıp, tereddüt etti ki hep:
Bu rüya, rahmani mi, ÅŸeytani midir acep?
O gün bunu düÅŸünüp, tereddüt etti diye,
O güne, bu sebepten dendi yevm-i terviye.
Gördü aynı rüyayı, ikinci gün de fakat.
İyice anladı ki, bu rüya bir hakikat.
Rahmani olduğunu, İyi bildi bu işin.
O güne de arefe denildi bunun için.
Görünce aynısını, hem üçüncü gecesi,
Rahmani olduÄŸunda, kalmadı hiç ÅŸüphesi.
O gün, Hâcer hatunun yanına geldi hemen.
Ona ÅŸöyle buyurdu, rüyadan bahsetmeden:
(Yıka İsmailimi, sürme çek gözlerine.
Yeni elbisesini giydir hem üzerine.
Güzel koku sürüver üstüne göz nurumun.
Zira ziyaretine gideriz bir dostumun.)
Sonra da buyurdu ki sevgili evladına:
(Ey oÄŸlum, biraz iple, bir bıçak al yanına.)
Dedi ki: (Babacığım, bıçak ile ip niçin?)
Dedi: (Kurban keseriz, Allah rızası için.)
Sordu ki: (Babacığım, nereye gideceğiz?)
Buyurdu: (Bir dostumu ziyaret edeceÄŸiz.)
Yine sual etti ki: (Onun evi nerdedir?)
Buyurdu: (O, evden ve mekândan münezzehtir.)
Dedi: (O, yemek yer mi oturup bizim ile?)
Buyurdu: (Münezzehtir o dostum bundan bile.)
Şeytan, fırsat bilerek, ihtiyar kılığında,
Geldi Hâcer hatunun hanesine anında.
Dedi ki: (İsmail’i, babası, aceleyle,
Ne maksatla götürdü, bıçak ile, ip ile?)
Bilmedi Hâcer onun, bir ÅŸeytan olduÄŸunu.
Dedi ki: (Ziyarete gittiler bir dostunu.)
Åžeytan, Hâcer hatuna, dedi: (Ne münasebet.
Kesmek için götürdü, bahanedir ziyaret.)
Hâcer, ÅŸaÅŸkın bir halde dedi ki: (Sen acaba,
Gördün mü ki, oÄŸlunu, boÄŸazlasın bir baba?)
Mel’un ÅŸeytan, Hâcer’e, dedi ki son olarak:
(Öyle zannederim ki, emretti cenâb-ı Hak.)
Hâcer dedi: (Rabbimiz emrettiyse eÄŸer ki,
Ona, can-ü gönülden razıyız elbetteki.)
|