Allah adamlarından Abdullah bin Alevi,
Seyyid, yani evlad-ı Resuldendir hem dahi.
İlmiyle amil olan âlimlerden biridir.
Tasavvufta dahi hem, yükselmiÅŸ bir velidir.
Bir gün, Mekke ÅŸehrinde rastladı ki birine,
İçki içiyor idi, gitti çok garibine.
O kimseye yaklaşıp, buyurdu ki: (Be adam!
Böyle mübarek yerde iÅŸlenir mi hiç haram?)
Dedi ki: (Biliyorum, haramdır bu melanet.
Ben de, bundan üzüntü duyuyorum begayet.
Çok istiyor isem de hatta bunu bırakmak,
Lakin olamıyorum bu hususta muvaffak.)
Buyurdu ki: (Bırakmak nasib olursa eğer,
Bir daha içmemeye, bir söz ver bana yeter.)
Adam, çok sevmiÅŸ idi bu evliya kiÅŸiyi.
Dedi: (Söz veriyorum, içmem bu pis içkiyi.)
O zaman, ÅŸöyle dua etti ki bu veli zat:
(Ya Rabbi, bu beladan sen bunu eyle azat.)
O anda, o kimsenin deÄŸiÅŸti kalbi birden.
Tam bıraktı içkiyi, o andan itibaren.
Halisane olarak, etti tövbe, istiÄŸfar.
Bozmadı tövbesini, tâ ölünceye kadar.
O gece, rüya gördü Abdullah-ı Alevi.
Bir münadi, göklerden verirdi bir haberi.
Diyordu ki, söyleyip ismini bu kiÅŸinin:
(Filan yerde, bir kabir kazınız onun için.
Kim hazır bulunursa, onun cenazesinde,
Mağfiret olacaktır, bu mevta sayesinde.)
Uyanıp, o kimseyi evinden sordu bizzat.
Dediler ki: (Bu gece, çok güzel etti vefat.)
O bildirilen yerde, kazdılar mezarını.
Abdullah bin Alevi, kıldırdı namazını.
Buyurdu: (Ey insanlar, bilin ki ÅŸunu mutlak,
Sizi, ahiret için yarattı cenâb-ı Hak.
Böyle iken, bir mümin, bırakıp ahireti,
Günahlara dalarsa, ne olur akıbeti?
Halbuki dünya fani, ebedidir ahiret.
Orada, her amelden hesap var hem de elbet.
Bak, ömrün azalıyor, ölüme gidiyorsun.
Hazırlığın bile yok, niçin üzülmüyorsun?)
Bir gün oturuyordu oÄŸlu ile bir yerde.
EÄŸlenen bir cemaat gördü biraz ilerde.
Buyurdu ki: (Evladım, şunların haline bak.
Birkaç yıl sonra hepsi, kabirlerde olacak.
Halbuki her günaha, hesap vardır, bu kati.
Onlar da biliyorlar bu müthiÅŸ hakikati.
Aklı olan, dünyada, henüz ecel gelmeden,
Ölüm ve ahirete hazırlanır önceden.
Bilir ki, dünya fani, ebedidir ahiret.
Ahirete, daha çok gösterir sa'y-ü gayret.)
Bana deÄŸil, ona sorun
Bir gün geldi birisi, bu zatın huzuruna.
Yazdığı şiirlerden, okudu biraz ona.
Åžiirin mevzuu da, ölüm ve ahiretti.
Ve dirilip, mahÅŸerde hesaba çekilmekti.
Bir hayli duygulanıp, buyurdu ki bu defa:
(OkuduÄŸun sözlerden, okur musun az daha?)
O, bilirdi bu zatın bir veli olduğunu.
Kendi kurtuluşuna, bir fırsat bildi bunu.
Dedi ki: (Bir ÅŸart ile okurum ondan size.
Kefil olur musunuz Cennete girmemize?)
Buyurdu: (Benim gücüm etmez buna kifayet.
Lakin verebilirim, sana çok mal ve servet.)
Dedi ki: (Ne yapayım geçici bir serveti?
Temin edin siz bana, ebedi saadeti.)
Abdullah-ı Alevi, dua etti o zaman:
(Ya Rabbi, hıfz et bunu Cehennem azabından.)
Bu Allah adamından alınca böyle dua,
OkuduÄŸu ÅŸiirden, okudu biraz daha.
Henüz geçmemiÅŸti ki aradan fazla zaman,
Bu kiÅŸi vefat edip, göç etti bu dünyadan.
Vefat eylediÄŸini duyunca bu veli zat,
Techiz ve tekfinini kendisi yaptı bizzat.
Cenaze namazını kıldırıp kendi yine,
Kendi elleri ile, defn eyledi kabrine.
Sonra telkinini de, kendisi okuyarak,
Mevtanın, kabrindeki halini etti merak.
Hak teâlâ, gözünden kaldırdı perdesini.
Gördü Münker-Nekir’in o kabre gelmesini.
Önce, büyük korkuya kapıldıysa da, fakat,
Sonra yüzü güldü ve oldu sakin ve rahat.
Mübarek cemalinin, bu deÄŸiÅŸikliÄŸini,
Görüp, sordu cemaat bu iÅŸin hikmetini.
Buyurdu: Bu mevtanın halini ettim merak,
Gösterdi Rabbim bana, perdeyi kaldırarak.
Baktım ki, bu kabire gelerek Münker-Nekir,
Suale başladılar: (Rabbin kim, dinin nedir?)
Ben, merak ederdim ki, nasıl cevap verecek?
Baktım, benim ismimi onlara söyleyerek,
Dedi ki: (Benim hocam Abdullah Alevi’dir.
Bunları ona sorun, o size cevap verir.)
O böyle söyleyince, kapıldım endiÅŸeye.
Ki, nasıl muamele ederler bu kişiye?
Melekler dediler ki: (Madem ki hocan bu zat,
Sana azap yapmayız, ol müsterih ve rahat.
Sana ve üstadına selam olsun!) dediler.
BaÅŸka bir ÅŸey sormadan, o yeri terk ettiler.
Bunu dahi görünce, zail oldu endiÅŸem.
Bunun için güldüm ve yerine geldi neÅŸem.
Yanmayan paralar
Sevdiklerinden biri, diyor ki: Bir keseye,
Bir miktar para koyup, vermiÅŸtim bir kimseye,
DemiÅŸtim ki: (Bu para, dursun sende emanet.
Tekrar gelip alırım, lüzum olursa ÅŸayet.)
Fazla geçmemiÅŸti ki o günden itibaren,
O evde yangın çıktı, her ÅŸey yandı tamamen.
Ben bunu iÅŸitince, üzülüp ettim esef.
Dedim: Paralarım da, hep yanmıştır maalesef.
Zor biriktirmiş idim onları kıt kanaat.
Onlar da gitti elden, zor oldu bana hayat.
Abdullah Alevi’nin büyük zat olduÄŸunu,
BildiÄŸimden, hemence arz ettim ona bunu.
Dedim ki: (Filan evde, param vardı emanet.
Onlar da yandı bugün, üzgünüm buna gayet.)
O, bir ÅŸey söylemeyip, çağırdı bir kimseyi.
Buyurdu ki: (O evden, git getir o keseyi.)
Ben dedim ki: (Efendim, yanıp gitti o hane.
İçindeki eÅŸyadan, yok yanmayan bir tane.)
O yine, o kimseye buyurdu ki: (Haydi git!
O para kesesini, al da getir tez vakit.)
O kimse (Peki) deyip, ayrıldı yanımızdan.
Elinde kese ile, geliverdi birazdan.
Baktım ki, benim kesem ve içinde paralar.
Onlara, o yangından gelmemiÅŸ hiçbir zarar.
Bir gün de, hanesine gelmiÅŸti birkaç fakir.
Onları, güler yüzle etti güzel misafir.
Hizmetçiyi çağırıp, buyurdu: (Gir kilere.
Biraz hurma getir de, ikram et gelenlere.)
Ve lakin o hizmetçi, arz etti ki: (Efendim,
Kilerde hurma yoktur, baÅŸka ne getireyim?)
O böyle söyleyince, buyurdu ki o tekrar:
(Haydi hurma getir de, yesinler bu insanlar.)
Arz etti ki: (Efendim, ambarı, dün elimle,
Henüz yeni süpürdüm, hurma yok bir tek bile.)
Buyurdu ki: (Evladım, sen yine ambara git.
Öyle zannederim ki, hurma vardır ÅŸu vakit.)
O zaman (Peki) deyip, ambara gitti hemen.
Gördü ki, çok hurma var orada hakikaten.
Nezrini unutmuÅŸtu
Sevdiklerinden biri vardı ki bu kişinin,
Bir gün gitti pazara, atını satmak için.
Giderken düÅŸündü ki: (Sattığımda bu atı,
Eğer alabilirsem istediğim fiyatı,
Onun ÅŸu kadarını, Abdullah Alevi’ye,
Götürüp, bizatihi edeceÄŸim hediye.)
Bu düÅŸünce içinde, pazara geldi bu zat.
İstediği fiyata, az sonra satıldı at.
Lakin atı satıp da, ücretini alınca,
Unuttu bu nezrini, hanesine varınca.
Abdullah-ı Alevi, o gün görüp bu zatı,
Çağırıp buyurdu ki: (Sattın mı bugün atı?)
(Evet, sattım efendim) dedi ise de o zat,
Yine de, o nezrini hatırlamadı fakat.
(İstediğin fiyatı verdiler mi?) deyince,
O zaman, bu nezrini hatırladı hemence.
Dedi ki: (İstediğim fiyatı ondan aldım.
Fakat bir nezrim vardı, şu anda hatırladım.)
Buyurdu: (Benim dahi, maksadım buydu zaten.
Yani seni günahtan kurtarmaktı esasen.)
O kiÅŸi çok sevinip, eda etti nezrini.
Daha çok bilmiÅŸ oldu, bu zatın kıymetini.
Bir gün de, uzak yerden bu velinin evine,
Bir grup geliyordu, onun ziyaretine.
Ve lakin bu beldeye yaklaştığında onlar,
Gece yarısı olup, uykudaydı insanlar.
Yorgun ve aç idiler, geç idi lakin vakit.
Yiyecek bulmak için, deÄŸildi hiç müsait.
Çaresizlik içinde düÅŸünürken böylece,
Biri, yemek getirdi önlerine o gece.
Sonra öÄŸrendiler ki, Abdullah-ı Alevi,
Onlara, kendi bizzat getirmiÅŸ o yemeÄŸi.
Abdullah-ı Alevi, uzak diyarda olan,
Birisiyle görüÅŸmek isteseydi ne zaman,
Talebeden birine, (Onu çağır!) diyordu.
O da, yüksek ses ile onu çağırıyordu.
O çaÄŸrılan kiÅŸi de, bu sesi iÅŸiterek,
Geliyordu anında (Buyur, Lebbeyk!) diyerek.
Talebesinden biri, anlatır ki ÅŸöylece:
Bir defa, üstadımla yola çıktık bir gece.
Bir mahale gelince, bana buyurdular ki:
(Åžeyh Ömer’i çağır da, olsun bize mülaki.)
(Peki efendim) deyip, çıkarak bir tepeye,
Seslendi: (Ya ÅŸeyh Ömer, gel filanca beldeye!)
Daha ilk sesleniÅŸte, verdi ki ÅŸöyle cevap:
(Lebbeyk, peki efendim, geliyorum derakap!)
Çok uzak bir diyarda olduÄŸu halde bile,
Derhal gelip görüÅŸtü, Abdullah Alevi’yle. |