Hallac-ı Mansur var ki, hal ehli bir velidir.
Nasihati, herkese ederdi hemen tesir.
Sevdiklerinden biri, gelerek bu veliye,
Sordu: (Tasavvuftaki fakirlik nedir?) diye.
O an zindanda idi, nazar etti duvara.
TaÅŸlar altın ve gümüÅŸ oldular hep o ara.
(Fütüvvet nedir?) diye, sordu yine o kiÅŸi.
Buyurdu ki: (Bu gece, anlarsın sen bu işi.)
O gece, rüyasında gördü ki o soran zat,
Yeni kıyamet kopmuÅŸ, toplanmış çok cemaat.
Ve Hallac-ı Mansur’u görüverdi yanında.
Ona, Hak teâlâdan geldi ÅŸöyle bir nida:
Buyuruldu: (Ey Mansur, seni seven, Cennette,
Sevmeyen, Cehennemde olacaktır elbette.)
Bunu duyup, Rabbine yalvardı Mansur dahi:
(Sevmeyen kulları da affeyle ya ilahi!)
Sonra da, o kimseye şunları buyurmuştur:
(KardeÅŸim, dün sorduÄŸun fütüvvet iÅŸte budur.)
Bir gün de bir sevdiÄŸi, gelerek bu veliye,
Sordu hem: (Sabretmenin alameti ne?) diye.
Buyurdu: (O kimsenin ayağını, elini,
Keserek, bir köprüde asarlar bedenini.
Ve hatta ederler de eziyet daha fazla,
Yine de sabrederek, ah-u vah etmez asla.)
Çok zaman geçmedi ki ardından bu sözünün,
Bir köprünün üstünde, astılar onu bir gün.
Yine sevdiklerinden birisi, ona geldi.
(Arif kime denilir?) diye sual eyledi.
Buyurdu: (Arif o ki, üçyüzbeÅŸ senesinde,
Ve yine o senenin, hem de Zilkadesinde,
O ayın bitmesine, altı gün kala hatta,
Günlerden salı günü, yer olarak BaÄŸdat'ta,
Bir meydanda, elleri, ayakları kesilir.
Gözleri çıkarılıp, sonra idam edilir.
BaÅŸ aÅŸağı çevirip, onu öyle asarlar.
Cesedini de yakıp, külünü savururlar.)
SöylediÄŸi tarihi, o kimse yazdı hemen.
Ne dediyse, aynısı oldu hep hakikaten.
SöylediÄŸi o kiÅŸi, kendisi imiÅŸ meÄŸer.
O gün ve o saatte onu idam ettiler.
|