Bekir bin Abdullah-ı Müzeni hazretleri,
Gönüllere iÅŸlerdi nasihat ve sözleri.
Tabiin-i kiramdan olan bu mübarek zat,
Tesirli sözleriyle ederdi çok nasihat.
Haram ve ÅŸüpheliden sakınırdı pek fazla.
Emr-i maruf yapardı insanlara ihlasla.
Derdi ki: (Ey insanlar, yapsanız da çok günah,
Hemen tövbe edin ki, affeder çünkü Allah.
Hak teâlâ, Kur'anda buyurur ki: (Ey insan!
Semayı doldursa da yaptığın günah, isyan,
Tövbe edip, imanla gelirsen bana ÅŸayet,
Yaparım ben de sana, yer dolusu mağfiret.)
Yine buyuruyor ki Müzeni hazretleri:
(Sevmeye gayret edin Hak dostu velileri.
İyi amellerimin arasında, ben bu gün,
O zatlara sevgimi, görüyorum en üstün.)
Yine o buyurdu ki: (Mütevazı olunuz.
Halk içinde, daha çok kıymetli olursunuz.)
Arafat'da, vakfe'ye durmuÅŸtu bu zat yine.
Åžöyle düÅŸünüyordu o an kendi kendine:
Åžu hüccacın içinde olmasaydım eÄŸer ben,
Hak teâlâ, onları bağışlardı tamamen.
Buyurdu: (Bir kimseyi görürseniz ki eÄŸer,
İnsanların aybını, herkese verir haber.
Yani gıybet ediyor, yapıyorsa nemmamlık,
Cehennem ateşine hazırlansın o artık.)
Zamanın hükümdarı, çok severdi bu zatı.
Bir gün teklif etti ki, ülkeye olsun kadı.
Lakin o, kadılığı kabul eylemeyince,
Hükümdar, olsun diye ısrar etti bir nice.
O zaman, hükümdara arz etti ki o artık:
(Yemin ediyorum ki, ben yapamam kadılık.
Bu sözüm doÄŸru ise, durumu eyledim arz.
Yalansa, yalancıdan, zaten kadı olamaz.)
Buyurdu: (Ey insanlar, din, öÄŸüt nasihattır.
Hem emr-i maruf yapmak, çok kıymetli taattır.)
Bir Cuma namazında, çok fazlaydı cemaat.
O dahi ediyordu, halka vâz-ü nasihat.
Buyurdu: Åžimdi bana sorsalar ki: (Ey Bekir!
Åžu insanlar içinde, iyileri kimlerdir?)
Derim: (Emr-i maruf ve nehy-i anil münkeri,
En iyi yapanlardır, en çok kıymetlileri.)
Yani İslamiyet’i öÄŸrenip kendi önce,
BaÅŸkalarına dahi öÄŸretendir güzelce.
Çünkü bütün yapılan nafile ibadetler,
Bunların sevapları toplansa hepsi eğer,
Allah için gazanın sevabının yanında,
Bir damla kadar bile değildir esasında.
Yine, Allah yolunda gazada çarpışmanın,
Allah için harp edip, hatta ÅŸehid olmanın,
Ecri de, emr-i maruf sevabına nisbetle,
Bir deryanın yanında, değildir damla bile.)
Ümit kesilmez
Bekir bin Abdullah-ı Müzeni hazretleri,
Tabiinin en meÅŸhur âlimlerinden biri.
Derdi ki: (Çok geniÅŸtir Hakk’ın rahmet denizi.
Kesmeyin hiç bir zaman Ondan ümidinizi.
Ve lakin mekrinden de olmayın ki hiç emin,
Zira azabı dahi şedittir Rabbimizin.
Her kişi, Cehennemi yakın bilsin kendine.
Ve lakin ümidini kesmesin Ondan yine.
Zira azaplarından, geniştir affı daha.
Çok günahkâr olsan da, tövbe et, dön Allah'a.
Yarın mahÅŸer gününde, hesaplar görülünce,
Herkes layık olduÄŸu yere götürülünce,
O zaman, meleklere emreder ki Rabbimiz:
(AteÅŸten, iki kiÅŸi çıkarıp getiriniz!)
Melekler, iki kiÅŸi çıkarıp getirirler.
(Yeriniz nasıl?) diye, Rabbimiz sual eder.
Derler ki: (Ya ilahi, çok müÅŸkildir halimiz.
Yerimizden daha zor bir yer yok zannederiz.)
Hak teâlâ buyurur: (Zulmetmedim ben size.
Kendi kazancınızdır, dönünüz yerinize!)
Onlardan bir tanesi, alır almaz bu emri,
KoÅŸarak gider hemen, bakmadan dönüp geri.
Öbürüyse, isteksiz gider pek üzülerek.
Ve sık sık dönüp bakar, bir ÅŸey ümid ederek.
Çağırır Hak teâlâ onları tekrar yine.
Ne için koÅŸtuÄŸunu, sorar birincisine.
O der ki: (Ben dünyada, dinlemedim emrini.
Bu yüzden çekiyorum Cehennem elemini.
Tekrar aynı hataya düÅŸmeyeyim diyordum.
Onun için yerime, koÅŸarak gidiyordum.)
Hak teâlâ bu sefer, sorar öbür kiÅŸiye.
(Sen, niçin ikide bir bakıyordun geriye?)
O der ki: (Sen her ÅŸeyi bilirsin ya ilahi!
Bu husustaki zannım, ÅŸöyleydi benim dahi.
Bilirdim ki, ateÅŸten çıkarınca kulunu,
Cehennem ateşine sokmazsın artık onu.)
Buyurur: (Cehenneme girme artık öyleyse.
Zannettikleri gibi bulur beni her kimse.
Madem benim hakkımda, böyledir zannın senin.
Haydi, arkadaşınla gidin Cennete girin.)
Derdi ki: Yükselmenin sebebi tevazudur.
Kul tevazu ettikçe, daha çok raÄŸbet bulur.
Bir yaşlı kimse ile karşılaşırsan şayet,
De ki: (O, hayırlı ve iyidir benden elbet.
Zira o, daha fazla ömür sürdü ki benden,
İbadetleri dahi, fazladır benimkinden.)
EÄŸer karşılaşırsan senden küçük biriyle,
De ki: (O, hayırlıdır benden ziyadesiyle.
Zira o, bana göre az yaÅŸadı dünyada.
Bu yüzden, benimkinden pek azdır günahı da.)
Hasetçinin akıbeti
Bir hükümdar vardı ki bu velinin devrinde,
İyi ahlak sahibi veziri vardı bir de.
Saf kalpli olduÄŸundan, onu çok seviyordu.
O da, bu hükümdara sık sık ÅŸöyle diyordu:
(İyilik edenlere, iyi davran sen yine.
Kötünün kötü iÅŸi, kâfi gelir kendine.)
Bir de kıskanç vardı ki, onu çekemiyordu.
Bu veziri, kıymetten düÅŸürmek istiyordu.
O, bir gün hükümdara dedi ki: (Filan vezir,
Sizin aleyhinizde sözler söylemektedir.
Diyor ki: Hükümdarın aÄŸzı fena kokuyor.
Yanına yaklaşınca, bana çok dokunuyor.
EÄŸer inanmazsanız, çağırın akÅŸam onu.
Dikkat edin, eliyle tutacaktır burnunu.)
Hükümdarın yanından çıkar çıkmaz bu kiÅŸi,
O vezirin yanına gitmek oldu ilk işi.
Dedi ki: (Ey vezirim, bu öÄŸlen yemeÄŸine,
TeÅŸrif eder misiniz bu fakirin evine?)
Lakin o, yemeklere koydurdu bol sarmısak.
O da, yedi onlardan, gaflette bulunarak.
Lakin akşam gidince, sultanın huzuruna,
Mecburen bir elini tutuverdi ağzına.
Zira aÄŸzı, çok fena sarmısak kokuyordu.
Hükümdarı rahatsız etmek istemiyordu.
Lakin aldanmış idi, sultan o hasetçiye.
DüÅŸündü: Onun sözü doÄŸruymuÅŸ meÄŸer diye.
Çok kızıp, bir valiye yazdı bir mektubunu.
Ona verip, dedi ki: (Valiye götür bunu.)
Lakin ne yazdığını, vezir hiç bilmiyordu.
Halbuki sultan ona, ÅŸöyle emrediyordu:
(Geleni boÄŸazlayıp, derisini yüzesin.
İçine ot doldurup ve bana gönderesin!)
Vezir o mektup ile giderken o valiye,
Rastladı birden bire o hasetçi kiÅŸiye.
Hasetçi zannetti ki: Taltif mektubudur bu.
Dedi: (Ben götüreyim, istersen o mektubu.)
O adamı kırmayıp, gönlü hoÅŸ olsun diye,
(Peki) deyip, mektubu verdi o hasetçiye.
Vali, alıp okudu sultanın mektubunu.
Derhal adamlarına emretti: (Tutun şunu!)
Öldürüp, derisini yüzdürdü bir an önce.
Ot doldurdu içini bu emir gereÄŸince.
Ertesi gün, veziri saÄŸ görünce hükümdar,
Åžaşırıp, huzuruna çağırdı onu tekrar.
Dedi: (Benim hakkımda, duydum dedi-kodunu.
Herkese söylermiÅŸsin aÄŸzımın koktuÄŸunu.)
Vezir (Hayır) deyince, sordu ki: (Madem öyle,
O gün, niçin burnunu tutmuÅŸ idin elinle?)
Dedi ki: (Sarmısaklı yemiÅŸtim öÄŸleyin hep.
Ağzımı, elim ile tutmuştum bundan sebep.)
Sultan dedi: (Ey vezir, haklıymışsın sen yine.
Kötünün kötü iÅŸi, kâfi gelir kendine.)
|