Abdullah İsfehani, büyük bir evliyadır.
Hal ehli kimse olup, kerametleri vardır.
Hocası, kendisini okuttuğu bir sıra,
Buyurdu ki: (Evladım, sen ÅŸimdi git Mısır’a.
Orada bir zat var ki, zamanın kutbu odur.
Git, onunla görüÅŸ ki, bulasın sonsuz huzur.)
(Peki efendim) deyip, tuttu Mısır yolunu.
Lakin casus diyerek, tuttular yolda onu.
Ellerini bağlayıp, hapsettiler sonra da.
Suçu yokken, bir müddet hapis kaldı orada.
Lakin geçmemiÅŸti ki aradan fazla zaman,
Yanına, nur yüzlü bir kimse geldi havadan.
Ellerini çözerek, buyurdu ki: (Ey evlat!
Yoluna devam et ki, benim aradığın zat.)
Ona böyle söyleyip, gaib oldu o sıra.
O dahi yola düÅŸüp, vasıl oldu Mısır’a.
Lakin o zat kim idi, eyledi hayli merak.
Hem nasıl bulacaktı, tanır mıydı onu halk?
O böyle düÅŸünürken, biri geldi o sıra.
Dedi: (Bir evliya zat, teÅŸrif etti Mısır’a.
Ebül Abbas-ı Mürsi diyorlar kendisine.
İstersen gel gidelim, onun ziyaretine.)
(Peki) deyip, o zata gittiler o gün hemen.
Baktı, evet o idi görünüp yardım eden.
Bir kimse anlatır ki: (Bir sene gittim hacca.
Lakin babam o vakit, hasta idi fazlaca.
Haccı ifa ederken, aklım onda idi hep.
Ki, şimdi pederimin nasıldır hali acep?
Ben böyle düÅŸünürken, bu büyük evliya zat,
İlerden beni görüp, yanıma geldi bizzat.
Buyurdu ki: (Üzülme, iyidir ÅŸimdi baban.
Sedirin üzerinde, oturuyor hem ÅŸu an.
Åžöyle ÅŸöyle birisi, elinde misvakı var.
Dayanmış arkasına, etrafında kitaplar.)
Not ettim defterime o günün tarihini.
Dönünce, sual ettim pederimin halini.
ÖÄŸrendim ki, gerçekten o gün ve o saatte,
Sedirde otururmuş, aynı o vaziyette.)
Bir gün de, velilerden birisi etti vefat.
Onun cenazesinde bulundu bu büyük zat.
Definden sonra biri, telkinini verirken,
Abdullah İsfehani, tebessüm etti birden.
Talebesinden biri, merak edip sorunca,
Buyurdu ki: (Telkine başlayınca bu hoca,
O zat, bana kabrinden dedi ki: Allah Allah!
Hayret etmiyor musun buna sen ey Abdullah?
Kalbi ölü bir kiÅŸi, kalbi diri olana,
Telkin verir ki iÅŸte, bu hayret verir bana.)
|