Bahaddin Zekeriyya, Hak dostu bir evliya,
Söz ve nasihatları, kalbleri etti ihya.
Hindistan’da yetiÅŸmiÅŸ Hakk’ın evliyasıdır.
Feridüddin Genc Åžeker, bu zatın dayısıdır.
Binyüzaltmışdokuz’da Mültan’da doÄŸan bu zat,
Yüz sene ömür sürüp, orada etti vefat.
Çocuk yaÅŸta baÅŸladı o ilim tahsiline.
Ve Kur'an-ı kerimi geçirdi ezberine.
Kalbi, ilim öÄŸrenmek aÅŸkıyle yanıyordu.
Çalışıp, tez zamanda büyük bir âlim oldu.
En son Åžihabüddin-i Sühreverdi’ye gidip,
Çok istifade etti, sohbetini dinleyip.
O veliden aldığı feyizlerle nihayet,
YetiÅŸip, o büyükten aldı mutlak icazet.
Evliyalık yolunu herkese yaymak için,
Mültan’a tayin etti hocası onu ilkin.
Lakin halk, istemedi orada kendisini.
Hatta ima ettiler beyhude geldiÄŸini.
(Burada, senin gibi âlimler çok bulunur.
Onun için bu yerde, sana ihtiyaç yoktur.)
Manasını ifade etmek düÅŸüncesiyle,
Tam dolu bir kase süt gönderdiler biriyle.
Bundaki gizli mana ve bu ince nükteyi,
Yüksek firasetiyle anladı gayet iyi.
O da, buna mukabil, kasenin üzerine,
Büyükçe bir (Gül) koyup, iade etti yine.
Demek istemiÅŸti ki: (Biz de, o âlimlerin,
Gül’ü olmak üzere buraya geldik, bilin.)
Onlar bunu görünce, ÅŸaşırdılar o saat.
Dediler: (Alelade bir âlim deÄŸil bu zat.)
Mültan’da mevcut olun o âlimlerin hepsi,
Onu büyük bilerek, oldular talebesi.
Bu veli zat, orada hem ilmi yayıyordu,
Hem de halkın refahı için çalışıyordu.
Sulama kanalları, kuyular açtırarak,
Sulattı tarlaları, kalmadı bir yer kurak.
Onun gayreti ile, ekildi araziler.
YemyeÅŸil, Cennet gibi oldu o susuz yerler.
Kendi de zengin idi, çoktu malı, serveti.
Lakin yoktu kalbinde onların muhabbeti.
Dağıttı o serveti, İslam’ı yaymak için.
Kalbi, hizmet aÅŸkıyle yanardı için için.
O, bu aşkla yaşadı, bu aşkla etti vefat.
Kullara hizmet için, gayret etti her saat.
Olsaydı talebenin her ne ihtiyaçları,
Bizzat şahsi malından karşılardı onları.
Mültan’da, kuvvetli bir kıtlık oldu bir zaman.
Vali yardım istedi bu büyük evliyadan.
Onun vermiÅŸ olduÄŸu çok tahıl ve paralar,
Sayesinde, kıtlıktan görmedi kimse zarar.
Talebeye, lezzetli yemekler hazırlatır,
Kendi dahi sofrada olurdu bizzat hazır.
Yemekte sohbet eder, neÅŸeli yemek yerdi.
Yanında olanlara, lokma ikram ederdi.
Bundan, talebeleri hoşlanırdı pek fazla.
Ona bağlanırlardı hem daha bir ihlasla.
Niçin ÅŸükretmeyeyim?
Kerametler sahibi, bir velisidir Hakk’ın.
Kulların hizmetine çalışmıştır bihakkın.
Dine hizmet aÅŸkıyle, kalbi hep çarpıyordu.
Bir ÅŸeyler yapmak için fırsatlar arıyordu.
Zengin idi, malını verdi İslam yolunda.
Çünkü mal ve paranın, sevgisi yoktu onda.
Ne kadar çok idiyse onun malı, serveti,
Çok idi o kadar da, o mallara nefreti.
Bir gün, bir talebeye buyurdu: (Odaya gir.
Beşbin dinar olacak, onları bana getir.)
Talebe, o odaya girdi ve döndü geri.
Dedi ki: (Göremedim içerde akçeleri.)
(Elhamdülillah) deyip, dersine etti devam.
Olmadı bu hususta onda hiç üzüntü, gam.
Az sonra o talebe, içeri girdi yine.
Onları bulduğunu arz etti kendisine.
O zaman dinarları aldı (Peki) diyerek.
Devam etti dersine, bir daha hamd ederek.
Merak etti talebe, dedi ki: (Efendim, siz,
Niçin iki halde de, yine hamd eylediniz?)
Buyurdu ki: (Evladım, niçin hamdetmeyeyim?
Rabbimiz iman vermiÅŸ, dünyalığı nideyim?
Paranın varlığıyla, yokluÄŸu, bu dünyada,
Müsavidir, deÄŸiÅŸmez derviÅŸlerin yanında.
Dünya elden çıkınca, üzüntü duymazlar hiç.
Ele geçirince de, bulmazlar asla sevinç.
Ben dahi birincide, nazar ettim kalbime.
Gördüm ki üzüntü yok, ÅŸükreyledim Rabbime.
İkinci seferde de, kalbime ettim nazar.
Gördüm ki bir sevinç yok, ÅŸükreyledim, o kadar.
Bir kul ki, Allah’ını seviyorsa eÄŸer çok,
Fark etmez ona göre dünyalık var veya yok.)
Bu cevap, talebenin sürur verdi gönlüne.
Daha arttı yakini onun büyüklüÄŸüne.
Hazret-i Behaüddin, tevazu sahibiydi.
Kendini üzenlere, sabır küpü gibiydi.
Hatta o, kendisine kötülük edenlere,
İhsan ve ikramlarda bulunurdu çok kere.
Derdi ki: (Hak yolunda yürüyen kimseleri,
Rabbimiz, imtihana tâbi tutar ekseri.
Kulların cefasından olunca mutazarrır,
Hiç karşılık vermeyip, göstermeli hep sabır.
Sırf sabır kâfi deÄŸil hatta o insanlara,
Ayrıca gül demeti sunmalıdır onlara.)
Bu Allah adamı da zengindi, malı çoktu.
Bu yüzden bazıları, yapardı dedi-kodu.
Mesela derlerdi ki: (Bu nasıl evliyadır?
Hepimizden daha çok malı ve mülkü vardır.)
O, bunları duyunca, buyurdu: (Ey insanlar!
Hak teâlâ, dünyayı sevmiyor zerre kadar.
Dünyanın tamamının, olmayınca kıymeti,
Olur mu bir kısmının hiçbir ehemmiyeti?
Evet, o dünyalıktan çok var ise de bizde,
Lakin muhabbetleri, hiç yoktur kalbimizde.)
|