Ravda-i mübareki ve Kâbe’yi ziyaret,
Edip, memleketine avdet etti nihayet.
Talebe okutmakla meÅŸgul oldu ilk zaman.
Lakin hiç çıkmıyordu Hindistan hatırından.
Çünkü ona, Kâbe’de demiÅŸti ki bir abid:
(Senin iÅŸin, orada tamam olur ey Halid!)
Bu düÅŸünce içinde, yanarken her gün içi,
Hindistan'dan yanına, çıka geldi bir kiÅŸi.
Mirza Abdürrahimdi ismi de o gelenin.
Talebesinden idi Abdullah Dehlevi’nin.
O, Mevlana Halid’in huzuruna girince,
İletti üstadının selamını ilk önce.
Arz etti ki: (Üstadım Abdullah-ı Dehlevi,
Hindistan diyarına davet eder sizleri.)
BaÅŸladı onun ile, her gün sohbet etmeye.
Gidemez oldu artık, ders için talebeye.
Talebe, bu Hindliye kızdılar için için.
Lakin bilmiyorlardı hikmetini bu işin.
Hocaları, zahirde yetiÅŸmiÅŸti gerçi tam.
Lakin batın ilminde, deÄŸildi henüz tamam.
Resulullahtan gelen ilim, feyiz ve nurlar,
Abdullah Dehlevi’nin kalbine akmıştılar.
O da, Resulullahın işbu emanetini,
Teslim etmek üzere, arardı bir ehlini.
Kendisi Hindistan’da bulunurdu o vakit.
Fakat BaÄŸdat’ta idi o an Mevlana Halid.
Kalb gözüyle gördü ki, iÅŸte bu büyük zat da,
Aradığı o kiÅŸi, bulunuyor BaÄŸdat’ta.
Ve hemen gönderdi ki talebeden birini,
Onu alıp gelsin de, versin emanetini.
İşte o talebeyle, bir gün Mevlana Halid,
Çıktılar yolculuÄŸa, geçirmeden hiç vakit.
Ve lakin talebeler, hatta cümle ahali,
Pek fazla üzüldüler, öÄŸrenince bu hali.
Kimse anlamamıştı hikmetini bu işin.
Gidip çok yalvardılar, yoldan çevirmek için.
Ne kadar ısrar edip, yalvardılar ise de,
Çevirmek konusunda, vermedi bir faide.
Dediler ki: (Efendim, öyle yer ki Hindistan,
Türlü tehlikelerle doludur o yer ÅŸu an.
Bizleri terk edip de, gitmeyiniz o yere.
Zira çok karanlık ve zulmetlidir o yöre.)
Buyurdu: (Ab-ı hayat, zulümatta bulunur.
Orda feyiz, bereket, ordadır rahat, huzur.)
Bir (Gül)ün kokusunu alan (Bülbül) misali,
Åžiddetle istiyordu Hindistan’a o visali.
Kimseyi dinlemeyip, o yola koyuldular.
Herkes, gözyaÅŸlarıyla onu uÄŸurladılar. |