Öyle büyük bir veli idi ki Seyyid Taha,
Hazret-i Ebu Bekre benziyordu ihlasta.
Åžecaatte, hazret-i Ömer’di sanki yine.
Hayâda benziyordu, Osman-ı Zinnureyn’e.
Evliyalıkta ise, her kim Seyyid Taha’yı,
Görseydi, hatırlardı Aliyyül Mürteza’yı.
Allah’tan korkusundan boynundaki bir kemik,
Dışa bükülmüÅŸ gibi, görünürdü az eÄŸik.
Vakar ve heybetinden, bakılmazdı yüzüne.
Böyle veli, pek nadir gelmiÅŸtir yer yüzüne.
Orta boylu idi ve genişti alınları.
KaÅŸları sıkça olup, açıktı araları.
Gözleri iri siyah, yüzü yuvarlaktı hem.
Onu anlatmak için, aciz kalır bu kalem.
Ona, (Seyyid-i Büzürk) derlerdi orada halk.
Yani Büyük Efendi denir mana olarak.
Onu gören, bir anda aşık olurdu hemen.
Kâmil insan olurdu sohbetini dinleyen.
Halid-i BaÄŸdadi'nin emriyle, Seyyid Taha,
İlim yaymak üzere gelince Berdesur’a,
İnsanlar, her taraftan demeyip uzak yakın,
Bu büyüÄŸün yanına gelirdi akın akın.
Bir ışık kaynağının etrafına üÅŸüÅŸen,
Pervaneler gibi halk, Nehri’ye koÅŸtu hemen.
Öyle ki, hatta Nehri, gökteki meleklerin,
Bile imreneceÄŸi yer oldu o gün için.
Pek çok Hak aşıkları, Nehri’ye koÅŸuyordu.
Zulmetten kurtularak, nura kavuÅŸuyordu.
Peygamber-i ziÅŸânın kalbinden çıkan nurlar,
Nehri’den yayılırdı dünyaya o zamanlar.
Bir Müslüman, geçseydi Nehri’nin hududunu,
Feyiz ve bereketi, kaplardı derhal onu.
Biri, ziyaret için gelse idi Nehri’ye,
Abdestsiz giremezdi huduttan içeriye.
Binlerle gönül ehli, bu büyük veli zatın,
Nuruna kavuşmaya gelirdi akın akın.
Resulullahın yolu, ilim, ahlak ve edep,
Nehri’den, her tarafa yayılırdı o gün hep.
Karınca yuvasını andıran medreseler,
Binlerce talebe ve yüzlerce müderrisler,
Din ve fen ilimleri tedris olunuyordu.
O zamanlar Nehri'ye, sanki nur yağıyordu.
Seyyid Taha, an be an, bütün medreseleri,
Tetkik buyuruyordu talebe ve dersleri.
Ne zaman ki sohbete başlasaydı dergahta,
Kendinden geçiyordu dinleyenler adeta.
Onun medresesinde, her gün yemek piÅŸerdi.
Yalnız talebe deÄŸil, herkes yiyip içerdi.
Binyediyüz hane ve onaltıbin nüfusun,
Hepsi, o medreseden yiyip içerdi o gün.
|