Bir gün Seyyid Fehim’in talebesinden olan,
Abdülhakim Efendi, Arvas’a oldu revan.
Maksadı, üstadını eylemekti ziyaret.
BaÅŸkale’den, at ile çıkıp geldi nihayet.
Velakin Seyyid Fehim onu gördüÄŸü vakit,
Buyurdu ki: (Hiç durma, acele HoÅŸab’a git.)
Hocasının emrine, derhal (Peki) diyerek,
Dönüp gitti, hiçbir ÅŸey sual eylemeyerek.
Sadece yine onun bir talimatı ile,
Atını değiştirip, gitti başka at ile.
Ve yolda düÅŸündü ki: Bu büyüklerin, elhak,
Her yaptığı işleri, hikmetlidir muhakkak.
HoÅŸab’a gitmemin de, elbet vardır hikmeti.
Gidince araştırır, anlarım vaziyeti.
Biraz sonra HoÅŸab’a vasıl oldu nihayet.
Gördü ki, aÄŸa, halka verecek bir ziyafet.
Daha araÅŸtırınca, öÄŸrendi ki ÅŸunları:
AÄŸanın damı çökmüÅŸ ve ölmüÅŸ koyunları.
Yirmi koyun ölerek, leÅŸ olunca bir anda,
Åžöyle plan düÅŸünmüÅŸ, o insafsız aÄŸa da:
Hakikat-ı ahvali herkesten gizleyeyim,
O etlerle, ÅŸu halka bir ziyafet vereyim.
Mırdar olduklarını nereden bilecekler.
Ziyafet var deyince, severek yiyecekler.
Hem değerlenmiş olur, leş olan koyunlarım.
Hem de halkın içinde, çoÄŸalır itibarım.
O böyle düÅŸünerek, yüzdürmüÅŸ o leÅŸleri.
Ve piÅŸirmek üzere, yaktırmış ateÅŸleri.
Henüz halk toplanmadan aÄŸanın davetine,
Abdülhakim Efendi geldi vaka yerine.
Vaziyete el koyup, toplattı o etleri.
Ve HoÅŸab deresine döktürdü yemekleri.
Yaptığı hileyi de, anlatıp zaptiyeye,
Attırdı o ağayı, derhal hapishaneye.
Hoşaba gelmesinin anlaşıldı hikmeti.
İşte Seyyid Fehim’in o günkü kerameti.
Bir de Ali Efendi diye Müks’lü bir zat,
Åžöyle bir hadiseyi anlattı kendi bizzat:
Seyyid Fehim Efendi, üstadını görmeye,
Arvas’tan, zaman zaman gidiyordu Nehri’ye.
Yine bir defasında, Nehri’ye gitti bir gün.
Girip huzurlarına oturdu o büyüÄŸün.
Velakin Seyyid Fehim, girer girmez odaya,
Üstadı Seyyid Taha hemen kalktı ayaÄŸa.
Bir başka talebe de, odada vardı yine.
Üstadının kalkması, gitti çok garibine.
Zira Seyyid Fehim’in, küçüktü yaşı daha.
Hocası oluyordu onun hem Seyyid Taha.
O böyle düÅŸünürken, Seyyid Taha o zaman,
Buyurdu ki: (Ey filan, öyleyse kalk da ÅŸu an,
KoltuÄŸunun altından, bir bak Seyyid Fehim’in.
Sonra haber ver bize, ne görüyor gözlerin?)
(Peki!) deyip yapınca, üstadının emrini,
Gördü kolu altından, Cennet nimetlerini.
Öyle düÅŸündüÄŸüne piÅŸman olup bin defa,
Böyle yanlış bir fikre, saplanmadı bir daha.
|