Abdülhakim Arvasi, evlad-ı Resuldendi.
Hizmet için, kendini feda edenlerdendi.
Silsile-i aliyye diye tanınmış olan,
Büyüklerden biri de bu zattır Evliyâdan.
İlmiyle amil olup, büyük veli idi hem.
Onu anlatmak için, aciz kalır bu kalem.
Binsekizyüz altmışbeÅŸ miladi senesinde,
DoÄŸmuÅŸtur Van ÅŸehrinin, BaÅŸkale ilçesinde.
Seyyid Fehim Arvasi idi ki hem üstadı,
Yanında ikmal etti, her iki tedrisatı.
Hem zahir, hem batında yetişerek nihayet,
Her iki ilimde de, aldı mutlak icazet.
Tam yirmidokuz sene kalarak BaÅŸkale’de,
Yanında çok âlimler yetiÅŸti fevkalade.
Çok güzel simalı ve buÄŸday benizli idi.
Alnı geniÅŸ ve açık, nurlu ve sevimliydi.
Kaşları, hilal gibi kabarıktı ve ince.
Nur bakışlı gözleri, görünürdü irice.
Yüzü, zayıfça olup, iri yapılı idi.
Hürmet telkin edici bir vakar sahibiydi.
Her hali, muvafıktı aynen İslamiyet’e.
Varlığı, bir ihsan-ı ilahiydi millete.
Çok mütevazı olup, (ben) demezdi o asla.
Derdi: (Dahil deÄŸiliz biz elbette hesaba.)
Halbuki her ilimde derin bir derya idi.
Hem dahi tasavvufta, büyük evliya idi.
Bir çok fen adamları, hatta profesörler,
Çözülmez sandıkları çetin, zor meseleler,
Olunca, sormak için gelirlerdi dersine.
Tam vakıf olurlardı o şeylerin hepsine.
Hatta sual etmeden ona müÅŸkillerini,
ÖÄŸrenip giderlerdi, suallerin hepsini.
Keramet göstermekten kaçındı ömründe hep.
Zira Hak teâlâdan ederdi hayâ, edep.
Onda, Resulullahın güzel ahlakı vardı.
Sanki o, o devirden bugüne yadigârdı.
Resulullahtan gelen o nurlar, aynen yine,
Onun kalb aynasından, aksederdi ehline.
Misafiri çok sever, ziyarete giderdi.
Dostların davetine, hep icabet ederdi.
İstanbul’da vardır ki, en büyük üç evliya,
Onları ziyarete giderdi ekseriya.
Murad-ı Münzavi ve Mehmed Emin Tokati,
Bir de Zeynep Kâmil’de Abdülfettah-i Akri.
Bu kabirlere gidip, ruhlarına okurdu.
Ve ruhani olarak, onlarla konuÅŸurdu.
Abdülkadir Geylani ile de konuÅŸarak,
Alırdı cevabını, bir çok ÅŸeyler sorarak.
Derdi: (Kaçırmaktansa tek bir vakit namazı,
Ölmek daha iyidir, budur iÅŸin esası.
Bir veli, hiç ben demez, söylemez asla bunu.
Zira söylemek için, bulamaz mevzuunu.)
İstanbul’da, çeÅŸitli camilere giderek,
İnsanlara imanı anlattı vaaz ederek.
Derdi ki: (Hak teâlâ, bir kula iman verdi,
Onu verdikten sonra, ne ki ona vermedi?
Ve Allah, bir kula ki imanı vermemiştir,
O olmadıktan sonra, ne ki ona vermiştir?)
|