Ebu Bekri Åžibli ki, devrinin bir tanesi.
İnsanları hak yola sevk etmekti gayesi.
Talebesinden biri, çalışırdı ihlasla.
Onu, diÄŸerlerinden severdi daha fazla.
Sair talebeleri, derlerdi: (Neden acep,
Hocamız, onu bizden kıymetli tutuyor hep?
Her emrini, ondan çok yaparız da ihlasla,
Ne için onu bizden seviyor daha fazla?)
Anladı hocaları bu düÅŸüncelerini.
Dicle’nin kenarına, götürdü her birini.
İsterdi ki, varsınlar işin hakikatine.
Bu maksatla o yerde, başladı sohbetine.
Vardı aralarında, o halis kişi dahi.
Birden şevke getirdi, onu aşk-ı ilahi.
Kendini daha fazla tutamayıp, ansızın,
Bağırdı (Allaah!) diye, elinde olmaksızın.
DiÄŸer talebeler de, oldu buna muttali.
İçlerinden geçti ki: (GösteriÅŸtir bu hali.
Biz dahi onun kadar, Allah'ı seviyoruz.
Lakin biz, onun gibi riya yapamıyoruz.)
Hazret-i Åžibli ise, sezip bu düÅŸünceyi,
Çağırdı huzuruna, o halis talebeyi.
Onlara ders vermenin, zamanı geldi diye,
O halis talebeyi, tutup attı Dicle’ye.
Talebeler, bu hali görüp üzüldüler hep.
Dediler ki: (Çok yazık, biz olduk buna sebep.
Eyvah, ÅŸimdi n'olacak, boÄŸulmuÅŸtur o suda?)
Onlar bunu düÅŸünüp, korktular bu hususta.
O anda hocaları, buyurdu: (Evlatlarım!
Size, bir ders vermekti, bundan benim muradım.
Siz, onun kalbindeki ihlası bilseydiniz,
Asla onun hakkında, böyle düÅŸünmezdiniz.
Attımsa da ben onu, ÅŸu muazzam Dicle’ye,
Sakın kapılmayınız, korku ve endişeye.
Eğer o bağırması, olmuş ise ihlasla,
Ona, bu akan nehir, bir zarar vermez asla.
Nasıl ki Nil nehrinden, kurtuldu Musa Nebi,
Kurtarır Hak teâlâ, bunu da onun gibi.
Ve lakin riya ile bağırdıysa o şayet,
O da, Fir'avn misali boÄŸulur suda elbet.
Lakin biliyorum ki, onun kalbi, lebalep,
İhlas ile doludur, kurtulur bundan sebep.)
Sonra devam eyledi, sohbete oturarak.
Lakin ÅŸunu talebe, ediyordu çok merak:
Acaba boğuldu mu, boğulmadı mı diye,
Meraklanıp, düÅŸtüler büyük bir üzüntüye.
Onların bu merakı son hadde geldiği an,
Baktılar, o talebe çıkıp geldi o sudan.
Onlar, o talebeyi süzerken gıbta ile,
Baktılar, elbisesi ıslanmamış az bile.
|