O devirde Bursa’da, ÅŸeyhülislam olan zat,
Bir gün, Ulu cami'de ediyordu nasihat.
O da, Emir Sultan’dan görerek tahsilini,
Almıştı o büyükten ilmi icazetini.
O vaaz esnasında, Emir Sultan, dergahtan,
Birisini, çarşıya göndermiÅŸti sabahtan.
O talebe giderken, öÄŸrendi ki, o saat,
Åžeyhülislam, camide eder vaaz-ü nasihat.
DüÅŸündü: Gideyim de, o vaazı dinleyeyim.
İlminden istifade ve feyiz edineyim.
O, böyle düÅŸünerek gitti Ulu cami'ye.
Lakin o girer girmez camiden içeriye,
Kuvvetli bir zelzele başladı ki o saat.
Kendini dışarıya zor attı o cemaat.
Velakin gördüler ki, az önceki zelzele,
Dışarıya çıkınca, kalmadı zerre bile.
Onlar bunu görüp de, camiye girince tam,
Baktılar ki, zelzele ediyor yine devam.
Tekrardan dışarıya çıktılarsa da, fakat,
Gördüler ki, dışarda yok zelzele ve afat.
Bunu, ÅŸeyhülislam da gördü ve hayret etti.
Başını öne eÄŸip, murakabe eyledi.
Sonra o cemaate dedi ki: (Ey insanlar!
İçerde, hocamızı dinlemeyen biri var.
Ondan Emir Buhari etmiÅŸti bir ÅŸey talep.
O, gelmiÅŸ vaaz dinliyor burada, neden acep?
O kimse dışarıya çıksın ki çok acele,
Yoksa helak edecek bizi hep bu zelzele.)
O bunu iÅŸitince, dışarı çıktı hemen.
O çıkınca, zelzele kesildi hakikaten.
Mahcubiyet içinde dergaha döndü yine.
Derdi: Nasıl bakarım ben hocamın yüzüne?
O, bu düÅŸünce ile dergaha vasıl oldu.
Girip selam vererek, bir kenara oturdu.
Emir Sultan, hiddetle ona baktı bir kere.
Talebe, o dehÅŸetten bayılıp düÅŸtü yere.
Kendine gelemedi hatta o uzun müddet.
Ayılınca, hocası etti yine merhamet.
Buyurdu ki: (Ey oÄŸlum, dünyevi ve uhrevi,
Hangi ihtiyacınız karşılanamadı ki,
Gidip başkalarından istiyorsunuz yardım.
Bu, hiç talebeliÄŸe yakışır mı evladım?
Talebe, hocasından, çeÅŸitli nimetlere,
KavuÅŸunca, gider mi daha baÅŸka bir yere?
Bu türlü davranışlar, bu yolda hem ayıptır.
Hem de bu, onun için kazanç deÄŸil, kayıptır.
Lakin yine bu ikaz, nimettir senin için.
Yoksa farkına bile varamazdın bu işin.)
|