Kurt İsmail Paşa'nın, Ahmed Muhtar Paşa'ya,
Arz ettiği bilgiler yazıldı aşağıya:
Dedi ki: (O ezanı okuyan o fedai,
Miralay Bahri Bey’in kumandasında idi.
Saldırırdı düÅŸmana heybet ve vakar ile.
Baktım, hatta yok idi elinde silah bile.
Dikkat ettim, düÅŸmanı taÅŸla kovalıyordu.
Ve attığı her bir taş, bir moskof haklıyordu.
Nerdeyse gözlerime inanamayacaktım.
Hayret ve şaşkınlıktan, dikkatle yine baktım.
Evet, taş atıyordu, bu, tarihi bir vaka.
Ve her taÅŸ, hedefini buluyordu mutlaka.
Şaşılacak bir şey de, şu idi ki o vakit,
Eğilip, taşı yerden almıyordu o yiğit.
Ne zaman ki bir taşı fırlatınca düÅŸmana,
Yerden, ikinci bir taÅŸ, yükseliyordu ona.
Elinin hizasında, havada duruyordu.
O da onu alarak, düÅŸmana vuruyordu.
O an kendi kendime düÅŸündüm ki: Bu fiil,
Alelade insanın yapacağı iş değil.
Ahmed Muhtar Paşa da, bunları dinleyince,
Gözleri yaÅŸararak gark oldu bir sevince.
Dedi ki: (Bire gardaÅŸ, söylesene, erenler,
Bizim ile birlikte cenk ederlermiÅŸ meÄŸer.)
Ve Osman Bedreddin’i, o günden itibaren,
Tabur imamlığına tayin etti o hemen.
Böyle bir vazifeye seçildiÄŸi için de,
(İmam Efendi) diye tanındı halk içinde.
Bu vazifede iken o sahib-i saadet,
Bazı evliyalarla görüÅŸüp etti sohbet.
Taha-yı Hakkari’nin oÄŸlu ve talebesi,
Seyyid Ubeydullah’tı onlardan bir tanesi.
Bu mübarek zatlarla sohbet etmiÅŸ olsa da,
O, Palu’da kavuÅŸtu son ve asıl üstada.
Bu mübarek veli zat, Mahmud-u Samini’ydi.
Allah adamı olup keramet sahibiydi.
Henüz Osman Bedreddin gelmeden o beldeye,
Ona ait halleri söylerdi talebeye.
Yalnız açıklamıyor, iÅŸaret veriyordu.
Hususi hallerini bir bir naklediyordu.
Mesela diyordu ki ondan bahis ederek:
(Henüz dokuz yaşında hafız oldu mübarek.)
Yine bir gün dedi ki: (Onun ilim gayreti.
Gayrete getiriyor hocalarını dahi.)
BaÅŸka bir gün dedi ki: (Onun yetiÅŸmesine,
Buhara’dan bir üstad geliyor kendisine.
Vazifelendirildi hususi onun için.
İndallah kıymetini anlayın o kişinin.)
|