Sülale-i Resulden, Seyyid Ahmed Bedevi,
MeÅŸhurdu halk içinde bir çok kerametleri.
Binikiyüz’de Fas’ta, dünyaya gelen bu zat,
YetmiÅŸaltı yaşında, Mısır’da etti vefat.
Evliya-yı kiramdan olan bu zat-ı şerif,
Büyük bir âlim olup, hem seyyiddir, hem ÅŸerif.
Henüz küçük yaşında, baÅŸladı tahsiline.
Çalışıp, vakıf oldu ilimlerin hepsine.
Bir manevi iÅŸaret alıp henüz genç iken,
Babasıyla birlikte, Mekke’ye gitti hemen.
Uyurken Beytullaha çok yakın bir binada,
Gaibden, kendisine geldi ÅŸöyle bir nida:
(Ey Ahmed-i Bedevi, uyan da Rabbini an!
Uyumakla, Allah’a yaklaÅŸamaz bir insan.)
Kalktı ve abdest alıp, andı Hak teâlâyı.
Tekrar uyuduğunda, duydu aynı nidayı.
Diyordu ki: (Ey Ahmed, uykudan uyan ve kalk!
Rabbini sevenlere, yakışır mı uyumak?
Yüksek derecelere kavuÅŸmak isteyenler,
Ne uyur, ne dinlenir, ne de yiyebilirler.
Nefsinle mücadele eyle ki sen ÅŸimdiden,
Yüksek derecelere ereceksin çünkü sen.)
O günden itibaren, bir aÅŸk ile ruz-ü ÅŸeb,
Kendisini, ilme ve ibadete verdi hep.
Konuşmayıp, halk ile azalttı ilgisini.
Çalışıp, günden güne çoÄŸalttı bilgisini.
Öyle bir dereceye çıktı ki en nihayet,
Ondan yayılır oldu kullara rüÅŸd, hidayet.
Hak aşığı olanlar, ona gelip bu defa,
Onun bir sohbetini bildiler cana safa.
Hep Allah’ı düÅŸünür, anardı Onu her an.
Onun nurlu kalbinde, iz yoktu bu dünyadan.
Sahili görünmeyen bir denizdi ilimde.
O, binlerce veliyi yetiÅŸtirdi elinde.
Yüzünde, öyle heybet vardı ki bu kiÅŸinin,
Hiç kimsede, cesaret olmazdı bakmak için.
Bu yüzden, peçe ile gizlerdi yüzünü hep.
(Bedevi) denilmiÅŸtir kendine bundan sebep.
Önceleri çok cesur ve atılgan bir huya,
Sahipken, sonraları çekildi inzivaya.
Sükutu tercih edip, terk eyledi kelamı.
İşaret ederekten anlatırdı meramı.
Devamlı oruç tutar, bulurdu böyle huzur.
Bir zeytin tanesiyle yapardı iftar, sahur.
Uzun boylu, heybetli ve buÄŸday benizliydi.
Kolları, bacakları, hem uzun, hem etliydi.
Gayet nurlu, sevimli, heybetliydi hem yüzü.
DoÄŸuÅŸtan sürmeliydi, hem dahi iki gözü.
|