Hazret-i Ebül Vefa, hocasının izniyle,
Buhara’ya gitmiÅŸti, sırf ilim gayesiyle.
Vakta ki tahsilini bitirdi en nihayet,
Artık memleketine dönmeyi etti niyet.
Lakin arkadaÅŸları, dediler: (İyi, güzel,
Burada, her bir ilmi tahsil ettin mükemmel.
Ve lakin düÅŸünmeden memlekete avdeti,
Gerekmez mi, bizlere bir yemek ziyafeti?)
Dedi: (Memnuniyetle yapardım bunu, ancak,
Fakirim, param yoktur böyle bir ÅŸey yapacak.)
Dediler: (Bu özrünü, asla kabul etmeyiz.
Her hal-ü kârda yine, biz ziyafet isteriz.)
Çaresiz kabul etti onların isteÄŸini.
Lakin bilemiyordu, nasıl edeceğini.
Çünkü yoktu parası buna yetecek kadar.
Buhara melikine gitmeye verdi karar.
Yanına vardığında, dedi ki: (Ey sultanım!
Ben İmam-ı Ali’nin al-ü evladındanım.
İlim tahsili için, gelmiÅŸtim bu beldeye.
Tahsilimi bitirip, dönecektim geriye.
Lakin arkadaşlarım, ziyafet istediler.
Bize yemek vermeden, gidemezsin dediler.
Bu babta yardımınız olursa bu garibe,
Åžüphesiz boÅŸa gitmez, bu, ind-i ilahide.)
Melik, önemsemedi onun bu isteÄŸini.
Dedi: (Nerden bileyim doÄŸru söylediÄŸini?)
Seyyid Ebül Vefa’nın, kırıldı kalbi bundan.
Üzgün bir vaziyette, çıkıp gitti yanından.
Melik, gece rüyada, gördü, kopmuÅŸ kıyamet.
Kendi de, hararetten susamıştı begayet.
Gördü ki, Resulullah su verir ümmetine.
Sevinip, koÅŸtu hemen, oturdu önlerine.
Dedi: (Ya Resulallah, ben de ümmetindenim.
Bana da ihsan et ki, pek çoktur hararetim.)
Buyurdu ki: (Burada, vardır ki çok insanlar,
Ümmet olduklarını iddia ediyorlar.
Sen de, bu iddiada bulunuyorsun, fakat,
DoÄŸru söylediÄŸine, yok bende bir kanaat.
Çünkü dün, evladımdan gelmiÅŸti sana biri.
Sen itimat etmeyip, gönderdin onu geri.
Gönlü kırık olarak gitti senin yanından.
Hiç benim evladımı, üzer mi ümmet olan?)
O sırada uyanıp, anladı kusurunu.
Gördü ki, korkusundan ter basmış vücudunu.
Arkasından koÅŸarak, buldu Ebül Vefa’yı.
Dedi ki: (Affet beni, ben anladım hatayı.)
Kırk deve yükü malı, verdiyse de kendine,
O, dağıttı hepsini şehrin fakirlerine.
|