BaÄŸdat'a gelir gelmez hazret-i Ebül Vefa,
Nur, feyiz ve bereket saçılmıştı etrafa.
Halk indinde kıymeti, artarken günden güne,
Sultan inanmıyordu, onun büyüklüÄŸüne.
Ve hemen baÅŸ veziri, Muhammed Kadiri'yi,
Gönderdi ki, imtihan eylesin bu veliyi.
Bir yılan yavrusunu, koyup bir kap içine,
Dedi ki: (Götür bunu, koy o zatın önüne.
Ve sakın hiç kimseye, kapta ne olduÄŸunu,
Söyleme ki, bakalım bilecek mi o bunu?)
O da, Ebül Vefa’nın yanına geldi hemen.
Elindeki o kabı, koydu bir şey demeden.
Lakin sual etti ki o zata Ebül Vefa,
(Ey kişi, sultanından ne getirdin bu defa?)
O dedi ki: (Ey seyyid, gönderdi ki o bunu,
Anlayasın içine ne koymuÅŸ olduÄŸunu.)
Ebül Vefa, kapayıp ve açtı gözlerini.
Dedi ki: (AraÅŸtırdım dünyanın her yerini.
Bir yılan yavrusunu, göremedim yerinde.
Bu odur, çünkü yalnız o yoktu deliÄŸinde.)
BaÅŸ vezir, bu veliyi severek tâ gönülden,
Talebesi olmakla, ÅŸereflendi o günden.
Sultan bunu duyunca, huzursuz oldu gayet.
Dedi ki: (Vezirim de inandı ona, hayret.
DiÄŸer memurlarım da olursa ona tâbi,
Benim bu saltanatım, elden gider tabii.)
O, böyle düÅŸünerek, endiÅŸeleniyordu.
Halbuki Ebül Vefa böyle düÅŸünmüyordu.
Dünyanın tamamını verselerdi kendine,
Dönüp de, bir kerecik bakmazdı ona yine.
Buna raÄŸmen sultanın, sürüyordu inadı.
Yine bir imtihana tâbi tuttu bu zatı.
Bir kesenin içine, koydu hemen yüz dinar.
Hepsi de, helal yoldan kazanılmıştı bunlar.
Lakin aralarına, on dinar da, gizlice,
Haram paralar koyup, karıştırdı iyice.
O haram dinarların hepsine, teker teker,
Kendi anlayacağı işaret koydu birer.
Hepsini karıştırıp, koydu kese içine.
Ve götürmesi için, verdi hizmetçisine.
DüÅŸündü ki: (Hakiki veliyse Ebül Vefa,
Bu haram dinarları, ayırır bir tarafa.)
Hizmetçi geldi hemen, huzuruna bu zatın.
Tamamını, önüne döktü bu dinarların.
Ayırdı Ebül Vefa o helal dinarları.
Ve ona buyurdu ki: (Alıyorum bunları.)
Öbür yana ayırıp, haram on dinarı da.
Buyurdu: (Sultanınız kullansın bunları da.)
|