Sultanın baÅŸ veziri, bu gönül sultanına,
Bağlanınca, sultan da yakınlık duydu ona.
Ve lakin fitneciler, gelip dediler ki: (Bak!
Teker teker o zata baÄŸlanıyor cümle halk.
Hatta en güvendiÄŸin ve sadık adamların,
Ayrılıp, hizmetine giriyorlar o zatın.
Bu yüzden, onu daha tutmayın ki bu yerde,
Yoksa, dertsiz başınız, derde girer ilerde.)
O sultan, yine kanıp, çağırdı ulemayı.
Dedi ki: (Ne yapalım, ÅŸimdi Ebül Vefa’yı?)
Dediler: (Öyle ise, imtihan eyleyelim.
En güç meseleleri, ona sual edelim.
Cevaplandırır ise, bırakalım peşini.
Yok, cevap veremezse, bitirelim iÅŸini.)
Sultan bunu beÄŸenip, dedi ki ulemaya:
(Gidip haber veriniz bunu Ebül Vefa’ya.)
Onlar dahi giderek, ona haber verdiler.
(Falan gün, filan yerde imtihan var) dediler.
Buyurdu: (Öyle ise, filan yeri kazınız.
O yerde, demirden bir minber bulacaksınız.
Çıkarıp, etrafına ateÅŸ yakın bir hayli.
Bekleyin, tamamiyle kızarsın kor misali.
O zaman ben gelir ve çıkarım o minbere.
Ordan cevap veririm, sorulan suallere.)
Hakikaten o yerde, o minberi buldular.
Güçlükle çıkararak, bir meydana koydular.
Sonra, odun yığdılar etrafına bir nice.
AteÅŸleyip yaktılar, onu üç gün, üç gece.
AteÅŸin tesiriyle, kızdı ki öyle fazla,
Ona, yaklaÅŸmak bile, mümkün deÄŸildi asla.
Cümle halk, o meydanı doldurmuÅŸtu lebalep.
Herkes merak içinde, onu bekliyordu hep.
Sultan gelip oturdu, hususi mahalline.
Kırk âlim de geçtiler, hepsi kendi yerine.
İş, onun gelmesine kalmıştı ki bu defa.
O anda teÅŸrif etti meydana Ebül Vefa.
Ve çıktı o minbere, Besmele söyleyerek.
Halk dehşete kapıldı, bu hali seyrederek.
Vakar ve heybet ile, bakındı etrafına.
Buyurdu: (Ey âlimler, buyurun, sorun bana!)
Kırk âlimin hepsi de, ÅŸaÅŸkınlık ve hayretten,
Soracakları şeyi, unutmuşlardı hepten.
Bu sefer, her birinin suallerini, tek tek,
Söyleyip, cevabını verdi izah ederek.
Bu kerameti gören âlimler ve cümle halk,
Gelip tövbe ettiler, yanında toplanarak.
Sultan da bunu görüp, yumuÅŸadı pek fazla.
O da, Ebül Vefa’ya tâbi oldu ihlasla.
|