Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, halife iken her gece ÅŸehri dolaşır, bir derdi, sıkıntısı olan var mı diye araÅŸtırırdı.
Varsa, yardım ederdi onlara.
Bununla beraber devamlı ağlardı.
Bir gün kendisine;
- Devamlı ağlarsınız. Neden acaba? diye sordular.
Derin bir “Ah!” çekip;
- Nasıl aÄŸlamayayım, buyurdu. Fırat’ın kenarında bir koyunu kurt kapsa, yarın mahÅŸer gününde hesabı benden sorulacak.
Babacığım bu ne haldir?
Vefatından bir yıl sonra oÄŸlu Abdullah rüyada gördü onu.
Ancak yüzü sararmış, çok yorgun ve bitkin görünüyordu.
Sordu ona:
- Babacığım bu ne hâldir, senin yüzünün rengi kırmızıydı?
- Ey oğul, şimdi kurtuldum. Şimdiye kadar hesaptaydım.
- Babacığım nasıl hesap olundun?
- Hesabın biri bitmeden biri baÅŸlıyordu. Hâl bir yere eriÅŸti ki, beytülmala ait sadaka develerinin bir yuları vardı. Birçok yerden baÄŸlamıştım. Artık deveye takacak durumu kalmamıştı. Ben de atmıştım, meÄŸer daha kullanılabilirmiÅŸ. Cenâb-ı Rabbil âleminden, (Niçin o yuları attın. Müslümanların malını zayi ettin) diye azarlayıcı hitap geldi.
- Babacığım, bu itabdan ne sebeple kurtuldun?
- Ey oÄŸul! Sana, “Bu mektubu benim kefenim arasına koy” dediÄŸim mektup sebebiyle kurtuldum.
Bir şey soracağım
Bir gün de yolda hazret-i Huzeyfe’ye “radıyallahü teâlâ anhüma” rastladı.
- Ya Huzeyfe!
- Buyur ya Ömer.
- Efendimiz aleyhisselam, münafıkların isimlerini sana söyledi deÄŸil mi?
- Evet, söyledi.
- Bununla ilgili bir ÅŸey sormak istiyorum. Ama doÄŸru söyleyeceksin.
- Ne demek, tabii ki.
- Söyle, ben de var mıyım o listede?
Hazret-i Huzeyfe şaşırdı.
Hiç böyle bir sual beklemiyordu çünkü.
Ancak hazret-i Ömer ciddiydi:
- Lütfen söyle! Ben var mıyım?
Mecburen cevapladı:
- Hayır ya Ömer, sen yoksun.
Bu cevap, rahatlattı hazret-i Ömer’i.
|