Cemaleddin Ezheri "rahmetullahi aleyh", Mısır’da yetiÅŸen Velilerdendir.
Bir sabah, kahvaltı yaparken, çok sevdiÄŸi kıymetli kızına buyurdu ki:
- Yavrum, bu sabah, namazdan sonra düÅŸündüm de, Allahü teâlâ bize ne kadar bol nimetler vermiÅŸ. Mesela kalbimi düÅŸündüm, gözümü düÅŸündüm. Sonra diÄŸer organlarımı düÅŸündüm. Hepsi de muntazam çalışıyor, öyle deÄŸil mi?
Tabii bunlardan evvel “İman” nimeti var. Peki, bu kadar büyük nimetlere karşı, Allahü teâlâ biz kullardan ne istiyor acaba, biliyor musun?
Sevgili kızı önüne baktı.
O cevap vermeyince,
- Tek bir şey istiyor kızım. Tanınmayı istiyor. Kullarının kendisini tanımasını istiyor.
Bu mübarek zatın sevgili kızı da, hazret-i Ömer’in “radıyallahü teâlâ anh” yaptığı gibi yapardı.
Yani bildiği halde mahsus sorardı.
Hazret-i Ömer, Peygamber efendimiz o hususu açıklasın, o hususta hüküm meydana çıksın diye mahsus sorarmış.
Sevgili kız da böyle, mübarek babasının geniÅŸ açıklama yapması için mahsus sordu:
Dedi ki:
- Allah’ı tanımayan var mı ki babacığım? Allah’ı herkes tanır. Sokaktaki sarhoÅŸa sorsan, o bile bilir Allah’ı.
Buyurdu ki:
- Tanımak o deÄŸil kızım. Tanımak için itaat lazım. İtaat etmeyen, tanımış olmaz. İtaat, söz dinlemektir.
Ve ÅŸöyle devam etti:
- Görmek ayrı, tanımak ayrıdır kızım. Peygamber efendimiz aleyhisselamı Ebu Cehil de gördü, ama tanıyamadı. Tanıyan, inanır, sever, itaat eder ve saygı gösterir. Eshab-ı kiram böyleydi mesela. Çünkü Onu tanımışlar, hatta aşık olmuÅŸlardı kendisine. Bu aÅŸk ile canlarını verdiler uÄŸrunda. İşte tanımak budur.
Ve daha açıkladı:
- Çok insanın Allah demesi, Allahü teâlâ deÄŸildir. Onlar kafasındaki ÅŸeye Allah diyor. Hayallerindeki tanrı adına ahkâm kesiyorlar. Allah’ın deÄŸil kendi isteklerinin peÅŸindeler. Allahü teâlâ Habibini geçerek kendisine yapılan ne ameli kabul eder, ne de imanı. Allahü teâlâ; “Habibimi geçerek bana gelmeyin, arada o olmadan bana gelmeyin, onsuz olan hiçbir ÅŸeyi kabul etmem” buyuruyor.
Ve sordu:
- Şimdi anladın mı yavrum?
- Anladım babacığım.
|