KureyÅŸ müÅŸrikleri, hazret-i Hamza’nın “radıyallahü teâlâ anh” Müslüman olma ÅŸokunu henüz atlatamamışlardı ki, bir baÅŸka ÅŸok bekliyordu onları.
Hiç ummadıkları biri Müslüman olmak üzereydi.
Ve onun iman etmesiyle küfrün dünyası baÅŸlarına yıkılacaktı.
Kimdi o kiÅŸi?
Ömer bin Hattab.
KureyÅŸin ÅŸöhretli isimlerinden.
İri yarı, heybetli, kızıl gür saçlı, sık sakallı bir pehlivan.
Lügatında “korku” kelimesi olmayan bir yiÄŸit.
Henüz iman etmemiÅŸti ki, bir gün öfke ile çıktı evden.
Kâbe’ye doÄŸru yürümeye baÅŸladı.
Kızgın ve hiddetliydi.
O yürürken yer sallanıyordu sanki.
Peki ya niyeti?
Peygamber efendimiz aleyhisselamı uyarmak (!)
- “Vazgeç bu sevdadan!” diyecekti Ona.
- “Dinimize iliÅŸme! Bizimle uÄŸraÅŸma. Yoksa piÅŸman olursun!” deyip, ihtar edecekti Onu güya.
Çünkü Onun yüzünden ikilik çıkmıştı KureyÅŸte.
Baba oğlundan ayrılıyordu.
KardeÅŸ kardeÅŸten.
Böyle giderse cemiyet çözülecek, gemi su alacaktı.
Asırlık çınar kuruyacak, töreler bozulacaktı.
O, öyle inanıyordu.
Ama hayır! Ömer yanılıyordu.
Aynen kendi öz yavrusunu diri diri topraÄŸa gömerken yanıldığı gibi.
Asırlık çınar dediÄŸi KureyÅŸ, çoktan kurumuÅŸtu zaten.
Hatta ölmüÅŸtü.
Onun hayat bulması, bir tek şeye bağlıydı.
Onun getirdiÄŸi dine uymaya.
Ona tâbi olmaya.
Ama Ömer, ÅŸimdilik bunun farkında deÄŸildi.
O, ÅŸu anda daÄŸ gibi heybetiyle Kâbe’ye yürüyordu.
Efendimiz aleyhisselamı bulacak ve Onu ihtar edecekti.
Nihayet vardı Beytullaha.
Evet, Resulullah efendimiz aleyhisselam oradaydı.
Ve yeni nazil olan El-Hâkka suresini okuyordu insanlara.
Bir kenara saklanıp dinledi sureyi.
“Okuması bitsin, sonra konuÅŸurum” dedi kendi kendine.
Ancak dinledikçe kalbi yumuÅŸadı.
DeÄŸiÅŸti fikri.
İşittiklerine karşı hayranlık duydu ister istemez.
“Evet” dedi içinden. “O bir ÅŸair. Bu kadar güzel sözleri ancak bir ÅŸair söyleyebilir”.
O, böyle düÅŸünüyordu ki, Efendimiz aleyhisselam kırk ve kırkbirinci âyetleri okudular. Bu âyetlerde mealen; “O ÅŸair deÄŸildir. Onun söyledikleri Allah’ın kelamıdır” buyuruluyordu.
Bunu işitince daha da şaşırıp;
“Hayret” dedi. “Zihnimden geçenleri anladı. Öyleyse o bir kâhin”.
Ancak ardından iÅŸittiÄŸi ÅŸu âyet-i kerime ile irkildi yine.
“O kâhin sözü deÄŸildir. Alemlerin Rabbinden inzal olmuÅŸtur”.
Ömer’in zihni, iÅŸittikleriyle alt üst olmuÅŸtu.
O kadar duygulandı ki, göz yaÅŸlarına mani olamadı.
İman etmek istediyse de, etrafı mani oldular.
İslamiyet’in altıncı yılıydı.
Hazret-i Hamza’nın Müslüman olmasının üzerinden üç gün geçmiÅŸti henüz.
Mekke, bu müthiÅŸ haberle çalkalanıyordu.
EÄŸer mani olunmazsa gerisi gelecekti.
İşte Kureyşi telaşlandıran da buydu zaten.
Toplanıp, müzakere ettiler konuyu.
Çareler aradılar.
Tabii Ebu Cehil baÅŸ roldeydi yine.
Küfrün başı oydu çünkü.
Herkes bir fikir sürdü öne.
Ama Ebu Cehile göre çare tekti:
Onu öldürmek!
Ve açıkladı fikrini:
- Tek çaremiz var arkadaÅŸlar!
Sordular hemen:
- Nedir o?
- Onu öldüreceÄŸiz!
Kimse beklemiyordu böyle bir ÅŸey.
Hemen sordular:
- Öldürmek mi?
- Evet. Çünkü o, tanrılarımızı kötülüyor. Dinimize batıl diyor. Ecdadımızın Cehennemde olduÄŸunu söylüyor. Åžimdi beni iyi dinleyin! Onu öldürene mükafat var!
Sordular:
- Ne var mesela?
- Yüz kızıl tüylü deve. Ayrıca altın, gümüÅŸ, elbiselik kumaÅŸlar, daha neler neler... Servete boÄŸacağım o bahadırı.
O sözünü bitirince, derin bir sükut kapladı ortalığı.
Herkes birbirinin yüzüne baktı.
Peygamberi öldürmek!
Fevkalade riskli bir teklifti bu.
Cesaret işiydi ayrıca.
Niye?
Çünkü Onun ölümüyle KureyÅŸ ikiye bölünecek, kan davaları baÅŸlayacaktı.
Herkes bunları düÅŸünüyordu ki, biri fırladı ayaÄŸa ve
- O dediÄŸin iÅŸi, HattaboÄŸlu yapar ancak! diye kükredi.
Bütün gözler ona çevrildi bir anda.
Ve hayranlıkla bakıp, tasdik ettiler kendisini:
TeÅŸvik ettiler.
- YaÅŸÅŸa ya Ömer! Bu iÅŸi ancak sen becerirsin! dediler.
Ve bir alkış tufanıdır koptu.
Ömer’in cahiliyet damarı kabarmıştı iyice.
Kılıcını kavradığı gibi düÅŸtü yola.
PeÅŸinden destek verdiler:
- Haydi HattaboÄŸlu, görelim seni! Öldürmeden geri dönme!
Ömer, pür hiddet yola koyulmuÅŸtu.
Allah’ın Resulünü bulacak ve öldürecekti güya.
Henüz bir sokak gitmiÅŸti ki, Nuaym bin Abdullah ile karşılaÅŸtı köÅŸe başında.
Kimi öldüreceksin?
O da yeni Müslüman olmuÅŸtu.
Ama Ömer habersizdi bundan.
Nuaym hazretleri “radıyallahü teâlâ anh”, onu bu halde görünce ÅŸüphelendi.
Zira silahlı pusatlı, pek de hiddetliydi.
Seslendi karşıdan:
- Hayırdır ya Ömer! Bu hiddet, bu ÅŸiddetle nereye böyle?
Öfkeyle cevap verdi:
- Birini öldürmeye gidiyorum.
- Kimi öldüreceksin?
- Kimi olacak. KureyÅŸ arasına tefrika sokan, tanrılarımızı beÄŸenmeyen, bizi hor gören Muhammedi.
Nuaym hazretleri, bu korkunç haberle sendeledi.
Sonra toparlanıp cevap verdi:
- Zor bir iÅŸe giriÅŸmiÅŸsin.
- Zor mu, neden?
- Hadi baÅŸardın diyelim. O zaman Abdülmuttalip oÄŸullarının elinden nasıl kurtulacaksın? Seni saÄŸ bırakırlar mı?
Bu söz, hoÅŸuna gitmedi Ömer’in.
- Ya, demek öyle. Anlaşılan sen de onlardansın. Öyleyse önce senden baÅŸlayayım! dedi.
Ve sağ eli, hızla kılıcının kabzasına gitti.
Nuaym hazretleri korkuyla irkildi:
- Sen beni bırak. İstersen sana garip bir haber verebilirim.
- Ya, neymiÅŸ o haber?
- Kız kardeşin Fatıma ile kocası Said.
- Ne olmuÅŸ onlara?
- İkisi de Müslüman oldular.
- Hayır, olamaz!
- DoÄŸru söylüyorum. İstersen önce onlardan baÅŸla.
Ömer hiç ummadığı bir ÅŸeyi iÅŸitmiÅŸti.
Fena halde şaşırdı.
Ne diyeceÄŸini bilemedi.
Ve itiraz etti yine:
- Yok, hayır, yalan! Yalan söylüyorsun! Onlar Müslüman deÄŸil. Olamaz.
Nuaym hazretleri üsteledi:
- İnanmazsan git öÄŸren. İşte evleri orada, uzak deÄŸil.
Ve taktik tutmuÅŸtu
Nuaym hazretlerinin gayesi, hedef şaşırtmaktı aslında.
Onu Efendimiz aleyhisselamdan uzaklaÅŸtırmak için oyalama taktiÄŸiydi.
Ve taktik tutmuÅŸtu.
Nitekim Ömer, o an için Efendimiz aleyhisselamı unutmuÅŸ, kız kardeÅŸinin evine yönelmiÅŸti hızlı adımlarla.
Gerçekten de kız kardeÅŸi Fatıma ve zevci Said Müslüman olmuÅŸlar, yine müminlerden Habbab bin Eret’i evlerine çağırmış, ondan Kur’an-ı kerim öÄŸreniyorlardı o esnada.
Ömer eve yaklaşınca, Kur’an seslerini iÅŸitti dışardan.
Beyninden vurulmuÅŸa döndü.
“Demek doÄŸru” dedi içinden. “Bunlar Müslüman olmuÅŸ”.
Kapıyı hırsla yumruklamaya başladı.
Adeta kırarcasına.
Öfkesi kat kat olmuÅŸtu.
Fatıma ve beyi Said, pencereden onu böyle görünce telaÅŸa kapıldılar.
Şimşek hızıyla kalkıp, Habbabı kilere soktular.
Kur’an sayfalarını da bir yere saklayıp açtılar kapıyı.
Renk vermemeye çalışıyorlardı.
Ancak Ömer anlamıştı hakikati.
Hiddetle sordu:
- Ne okuyordunuz?
Bu suale cevap vermek kolay deÄŸildi o an için.
Ne deseler ya Rabbi!
Ne söyleseler?
Ömer, patlamaya hazır bir yanardaÄŸ gibiydi.
Ve cevap bekliyordu sualine.
Hiddetle bağırdı:
- Size soruyorum! Ne okuyordunuz?
- .....
- Kur’an okuyordunuz deÄŸil mi?
EniÅŸtesi Said korku içinde mırıldandı.
- Hayır, sana öyle gelmiÅŸtir.
Ömer kükredi:
- Peki, neydi o duyduklarım?
- Şey, aramızda bir mesele vardı da onu konuşu...
Lafını bitiremedi.
Ömer, yakasından tuttuÄŸu gibi yere çarptı onu.
Kız kardeÅŸi Fatıma koÅŸup beyini yerden kaldırmaya uÄŸraşıyordu ki, amansız bir “tokat” patladı yüzünde.
Bu tokat, o narin yapılı hanıma ”balyoz” gibi gelmiÅŸti.
Gözlerinde ÅŸimÅŸekler çaktı zavallının.
Sendeleyip yere düÅŸtü.
Neye uğradığını şaşırmıştı ki, pembe bir kanın dudak kenarından aşağı doğru aktığını hissetti.
Gül yüzü, al kana bulanmıştı mübarek hanımın.
Peki ya Ömer?
KardeÅŸini kanlar içinde görünce durgunlaÅŸtı birden.
Kalbi sızladı.
Ne de olsa öz kardeÅŸiydi.
CiÄŸeriydi sonra.
Pişman oldu yaptığına.
Eli kolu yana düÅŸtü.
İşte ne olduysa o anda oldu.
İmanından aldığı kuvvetle haykırdı Fatıma hazretleri:
- Niçin ya Ömer! Niçin Allah’tan utanmıyor, mucizelerle gönderdiÄŸi Peygamberine iman etmiyorsun, niçin?
Ve devam etti:
- Evet, saklamıyoruz. Ben ve kocam İslam’la ÅŸereflendik. İkimiz de Müslümanız. Başımızı kessen, bizi döndüremezsin, anladın mı?
Fatıma “radıyallahü teâlâ anha”, Ömer’in bu kritik anını çok güzel yakalamıştı.
O dağ gibi heybetli adam, şimdi kız kardeşinin bu haykırışı karşısında titriyordu adeta.
Dizlerinin bağı çözüldü.
Ve iliÅŸti bir kenara.
PiÅŸmanlık duygusu içini kemiriyordu.
Dikkatlice okudu
Şefkatle kız kardeşine baktı:
- Åžu okuduÄŸunuz sayfayı görebilir miyim?
- Tabii, derhal.
Ve koşup getirdi o sayfayı.
Taha suresi yazılıydı onda.
Ömer okumaya baÅŸladı.
Âyet-i kerimelerin güzelliÄŸi içten içe etkiliyordu kendisini.
Hele birinden öyle duygulandı ki, ÅŸaÅŸkına döndü adeta.
O âyette mealen;
“Göklerde, yerlerde, bu ikisi arasında ve toprağın altında ne varsa, hepsi Allah’ındır” buyuruluyordu.
Hayretle döndü kız kardeÅŸine.
- Ya Fatıma, doğru mu bu?
- Hangisi doÄŸru mu?
- Yerlerde ve göklerde ne varsa, hep sizin taptığınız ilahınmış, öyle mi?
- Elbette.
- Hayret ettim doÄŸrusu.
- Neden?
- Çünkü bizim binbeÅŸyüz kadar tanrımız var. Hiçbirinin tek karış yeri yoktur.
Sonra devam etti okumaya:
“Allah, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. Ondan gayri tapacak ilah yoktur. En güzel isimler Onundur”.
Sonra Hadid suresine geçti:
“Onun her ÅŸeye gücü yeter. Göklerin ve yerin idaresi Onun elindedir. Dirilten, öldüren, her ÅŸeye gücü yeten Odur. O, bütün yaptıklarınızı görür. Kalbinizden geçenleri bilir. Peygamber, sizi Allah’a imana çağırıp dururken, size ne oluyor ki iman etmiyorsunuz?”
Burada durup tefekküre daldı.
Ve mırıldandı yavaÅŸça:
“Bunlar ne güzel sözler. Ne kadar doÄŸru. Bundan daha güzel söz olamaz.”
Bunu duyan Habbab, saklandığı yerden fırlayıp çıktı ortaya.
Ve haykırdı heyecanla:
- Müjde ya Ömer, müjde! Resulullah efendimizin dün gece ettiÄŸi dua, senin hakkında kabul oldu.
Ömer sordu:
- Ne müjdesi?
- Dün gece Resulullah efendimizin yanındaydım. Ellerini kaldırıp dua etmiÅŸti.
- Ne demiÅŸti?
- Ya Rabbi, bu dini Ebu Cehil bin HiÅŸam veya Ömer bin Hattab ile kuvvetlendir! diye dua etmiÅŸti.
Ömer’in yüzü güldü.
- Ya, öyle mi?
- Evet ya Ömer, bu saadet sana nasip oldu, elhamdülillah.
- Elhamdülillah!
Sevinçten güller açmıştı herbirinin yüzünde.
Herkes mutluydu o an.
Ne diyeceklerini bilemiyorlardı.
Hepsinin yüzü gülüyordu.
Ömer’in etrafını saran Said, Fatıma ve Habbab, ÅŸimdi bir ÅŸey bekliyorlardı ondan.
AÄŸzının içine bakıyorlardı.
Hani “Kelime-i ÅŸehadet”i söylesin diye sabırsızlanıyorlardı.
Vaktiydi gayri.
Nihayet konuÅŸtu Ömer:
- Peygamber ÅŸu anda nerdedir?
Az önceki kaba, katı adam gitmiÅŸ, yerine temiz yüzlü, mütebessim, cana yakın, tatlı bir insan gelmiÅŸti sanki.
DüÅŸman gitmiÅŸ, dost gelmiÅŸti.
Fatıma sevinçle cevap verdi abisine:
- O, ÅŸimdi Erkam’ın evindedir abi.
Ömer, sevgiyle baktı kız kardeÅŸine.
- Peki ya Fatıma. Beni Ona götürün! Onun huzurunda Müslüman olacağım.
Aman ya Rabbi! bu ne güzel cümle.
Ne hoÅŸ kelam bu.
Üç garip Müslüman, inanılmaz sevince gark oldular o anda.
Hazret-i Ömer ile hazret-i Habbab, hemen yola çıktılar.
O sırada Allah’ın Sevgilisi, bir avuç Eshabıyla sohbet etmekteydi Erkam’ın evinde.
Müminler korku ve endiÅŸe içindeydiler.
Sayıları az, kuvvetleri zayıftı.
Ara ara dertleşiyorlardı.
Ölsek de gam deÄŸil
“Ah ah! Kelime-i ÅŸehadeti bir kerecik olsun, ÅŸöyle yüksek sesle haykıramadık ÅŸu küffâra karşı. Yoksa nasip olmayacak mı bu bize?”
Nihayet Efendimiz aleyhisselama arzettiler bunu:
- Ya Resulallah! İzin verin, dışarı çıkalım. Kelime-i ÅŸehadeti, avaz avaz haykıralım ÅŸu küffâra. Bundan sonra ölsek de gam deÄŸil.
Efendimiz aleyhisselam teselli etti onları:
- Ey gönlü kırık müminler, gam çekmeyin. O Allah ki, İbrahimi Nemrudun ateÅŸinde yaktırmadı, İsmailin boynunu bıçaÄŸa kestirmedi. Bizleri de bu düÅŸmanın ÅŸerrinden kurtarır elbet.
Müminlerin kalbleri ferahladı.
Yüzleri güldü.
Daha sonra Efendimiz aleyhisselam ellerini açıp yalvardılar:
- Ya ilahi, bu otuzdokuz kiÅŸi ki, sana iman etmiÅŸ, can-ü gönülden kul olmuÅŸlardır. Bu gariplerin gözyaÅŸları ve gönül ateÅŸleri hatırına bize acı. Kâfirlerin ÅŸerrinden koru. Åžanı yüce biriyle bu dine kuvvet ver. Bu biçare müminleri sevindir!
O anda Cebrail aleyhisselam gelip müjdeyi verdi:
- Ey Allah’ın Resulü, hani dün KureyÅŸin büyüklerinden birinin Müslüman olmasını niyaz etmiÅŸtin ya. İşte o duanı cenâb-ı Hak kabul etti. Ömer’i seçip senin emrine verdi. O ÅŸimdi buraya geliyor. Kalk, karşıla kendisini.
Az sonra kapı çalındı.
Bilal-i Habeşi koşup baktı kapı aralığından.
Fakat o da ne!?
Geri çekildi birden.
Ömer! dedi korkuyla. Ömer gelmiÅŸ!
Diğer sahabileri de bir korku sardı o an.
Korkuları Resulullah efendimiz içindi.
Hemen Efendimiz aleyhisselamın etrafında halka oldular.
Çünkü Ömer, kolay alt edilecek biri deÄŸildi.
Ama hazret-i Hamza “radıyallahü teâlâ anhüm” yüreklendirdi onları.
Başını koparırım
- Korkmayın! Gelen, bir kişidir. İyi niyetle geldiyse hoş geldi. Yoksa...
Kılıcını sıyırdı o ara.
- Yoksa ÅŸu kılıçla başını koparırım!
Sonra kapıyı açıp çıktı dışarı.
Ve kükredi adeta:
- Ya Ömer! Sen bizi ne zannediyorsun? Biz, Abdülmuttalip oÄŸullarıyız. Bi-iznillah demiri çiÄŸner, havaya püskürtürüz. Bize karşı zafer bulacağını zannediyorsan aldanıyorsun!
Ve ekledi:
- Hele Resulullahın kılına bile dokundurtmayız, haberin ola!
Efendimiz aleyhisselam, kapıya gelip, güler yüzle karşıladılar İbni Hattabı.
Eshab-ı kiram, elleri kılıç kabzalarında tetikte bekliyorlardı ki,
Efendimiz aleyhisselam;
- Çekiliniz! Yanından ayrılınız! buyurdular.
Sonra sevgiyle kucakladılar hazret-i Ömer’i.
Öyle sıktılar ki, kemikleri birbirine geçti sanki.
Bu arada hazret-i Ömer’in kılıcı düÅŸtü omzundan.
Kendi de diz üstü yere çöktü.
Efendimiz aleyhisselam onu omuzlarından tutup kaldırdılar ve
- İmana gel ya Ömer! buyurdular.
O anda “Kelime-i ÅŸehadet” yankılandı odada.
Efendimiz aleyhisselam tekbir getirdiler sevinçten.
Müminler de bir ağızdan tekrar ettiler.
Allahü ekber! Allahü ekber!
Yer gök tekbir sedalarıyla inledi o gün.
Erkam’ın evi, bir anda bayram yerine dönmüÅŸtü.
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hicabından önüne bakıyordu ki, Efendimiz aleyhisselam onun başını öpüp, dua buyurdular.
O anda Cebrail aleyhisselam geldi.
Enfal suresinin 64.cü âyetini getirmiÅŸti ki, mealen; “Ey Peygamberim! Sana, yardımcı olarak Allah ve müminlerden sana tâbi olanlar yetiÅŸir!” buyuruluyordu.
Hazret-i Ömer edeple sordu Efendimiz aleyhisselama:
- KardeÅŸlerimiz kaç kiÅŸidir ya Resulallah?
Efendimiz aleyhisselam;
- Seninle kırk olduk, buyurdular.
Arzetti ki:
- Ya Resulallah, kâfirler Lat ve Uzza putlarına aÅŸikâre ibadet ederken, biz, onsekiz bin alemin Rabbine niçin gizli gizli ibadet ediyoruz?
Ve ekledi:
- İzin ver, çıkalım, haykıralım tevhidi. Rabbimize aÅŸikâre ibadet yapalım. Kimden çekiniyoruz?
Efendimiz aleyhisselam uygun gördü bu fikri.
Ve hep birlikte çıktılar o evden.
Hedef, Kâbe-i ÅŸerifti.
Oraya gidilecek, müÅŸriklerin gözü önünde saf tutup namaza durulacaktı.
Evet, meydanlar selama dursun.
Müslümanlar geliyor!
Ve kırk garip mümin, Kâbe’ye doÄŸru yürüyüÅŸe geçtiler.
Efendimiz aleyhisselamın sağında hazret-i Hamza vardı.
Önünde hazret-i Ali.
Onun önünde hazret-i Ömer.
Arkada diÄŸer sahabiler
“radıyallahü teâlâ anhüm ecmain”.
Ayaklarını kuvvetlice yere vurarak, heybetle yürüyorlar, geçtikleri yerlerden toz bulutu yükseliyordu havaya.
Peki ya müÅŸrikler?
Onlar, Kâbe yanında oturmuÅŸ laflıyorlardı o esnada.
Mevzu, Ömer bin Hattab idi tabii.
Zira o, bir gün önce Ebu Cehilin kışkırtmasıyla galeyana gelmiÅŸ ve Resulullahı öldürmek için pür hiddet yollara düÅŸmüÅŸtü.
Ümit ve sevinçle ondan haber bekliyorlardı ki, uzaktan bir toz bulutu gördüler birden.
Biri sevinçle haykırdı:
- İşte, geliyor!
- Kim geliyor?
- Kim olacak, Ömer bin Hattab.
- O mu gerçekten?
- Tabii, baÅŸka kim olabilir?
- Evet evet, o geliyor.
Az sonra eÅŸkaller belirmiÅŸti.
Evet, gerçekten de Oydu gelen.
Gözünüz erkek görsün!
Ömer ibnil Hattab’ın yalın kılıç geldiÄŸini görünce, sevinçlerini ÅŸu sözlerle dile getirdi müÅŸrikler:
- Gördünüz mü? Buna HattaboÄŸlu demiÅŸler!
- Aslanım benim. Gözünüz erkek görsün!
- Asileri nasıl da toplamış getiriyor!
Ancak Ebu cehil cin fikirli biriydi.
BeÄŸenmedi bu geliÅŸi.
Başını olumsuzca iki yana sallayıp,
- Hayır hayır, hemen sevinmeyin! dedi.
- NedenmiÅŸ o?
- Bu geliÅŸi beÄŸenmedim ben.
- Ne demek istiyorsun?
- Sizin zannettiÄŸiniz gibi olsaydı, Ömer arkada, diÄŸerleri önde olurdu. Görünen o ki, o da düÅŸmana iltihak etmiÅŸ.
Müminler iyice yaklaÅŸmışlardı ki, Ebu Cehil onlara doÄŸru bir iki adım atıp seslendi:
- Bu ne hâl ya Ömer?
Hazret-i Ömer önce “Kelime-i ÅŸehadet”i haykırdı.
Sonra o müthiÅŸ ihtarını yaptı müÅŸriklere:
- Beni bilen biliyor. Bilmeyen de bilsin ki, HattaboÄŸlu Ömer’im. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın!
MüÅŸriklerde bir iki saniyelik bir ÅŸaÅŸkınlık oldu.
Ardından çil yavrusu gibi kaçıştılar etrafa.
Efendimiz aleyhisselam ve müminler bir ağızdan tekbir getirdiler.
Allahü ekber! Allahü ekber!
Sonra saf tutup Kâbe’de namaza durdular.
Üstelik cemaatle ve aÅŸikâre.
Sonra hazret-i Ömer ve Efendimiz aleyhisselam, birlikte Kâbe-i ÅŸerifin içine girdiler. Dört taraf putlarla doluydu.
Efendimiz aleyhisselam asasıyla onları gösterip bir âyet-i kerime okudular ki, mealen;
“Hak gelince batıl gider. Batıl elbette gidicidir” buyuruluyordu.
Evet, hak gelmiş, batıl gitmişti.
Mekke, o gün temizlendi putlardan.
Ezan sesleri yankılandı semalarında.
|