Hasan Sezai Efendi “rahmetullahi aleyh”, Edirne toprağını nurlandıran bir Veli.
Nur yüzlü ve sevimliydi.
Edirne’de 53 sene müddetle oranın halkına ilim ve feyz saçtı.
Zahire deÄŸil, kalbin temizliÄŸine önem verirdi.
Bir gün bir genç nasihat istedi ondan.
Cevabında;
- Evlat! Bugün insanlar, yalnız zahirlerini süslüyorlar. Sen öyle yapma. Cenâb-ı Hak kullarının mal ve mevkilerine deÄŸil, kalblerine bakar, buyurdu.
Bir gün derste;
- İslamiyet’te en kıymetli ÅŸey nedir efendim? diye sordular.
- Takvadır buyurdu.
Ve izah etti:
- “Takva”, Allah’tan korkup günah iÅŸlememektir.
Mümin, ilaç gibidir
Bir gün de;
- Mümin nasıl olmalı? diye sordular bu zata.
Cevap mükemmeldi:
- Mümin, ekmek ve su gibidir. Her insanın ihtiyacı vardır ona. Yahut yumuÅŸak bir halıya benzer. Üzerinde yürüyenler hiç incinmezler.
Bir gün de;
- Bu nefs nasıl bir şeydir? diye sordular.
Cevaben;
- “Nefs”, insanın en büyük düÅŸmanıdır, buyurdu. İbadetten kaçar. Günahlara yanaşır. Haramlar gıdasıdır onun.
Sordular:
- Peki, onun şerrinden nasıl kurtuluruz efendim?
- İslam’a uymakla buyurdu.
Ve ekledi:
- İslam’a uymak, onu yola getirmek için tek çıkar yoldur.
Peki, öyle olsun
Anlatılır ki:
Bir grup genç, sepetlerini yiyecek ve içki ile doldurup,
kıra gitmek için yola koyuldular.
Ancak Hasan Sezai Efendi, dergahın önünden geçerken gördü onları.
Ve sordu:
- Evlatlar, nereye böyle?
- Kıra gidiyoruz Efendi baba.
- ÅžiÅŸelerinizde ne var?
- Åžerbet.
Büyük Velinin yüzüne manalı bir tebessüm oturdu.
Onlara bakarak;
- Pekala, öyle olsun! buyurdu.
Gençler, bir ÅŸey anlamadı bu sözden.
Yollarına devam ettiler.
Hatta biraz uzaklaşınca, muzipçe gülüÅŸüp;
- Nasıl da aldattık, dediler.
Ama kıra varıp da ÅŸiÅŸeleri açınca donup kaldılar.
Zira ÅŸiÅŸelerde ÅŸarap deÄŸil, “Åžerbet” vardı.
Bu, hidâyetine sebep oldu gençlerin.
O gün tövbe ettiler.
Ve bu mübarek zata talebe olmakla ÅŸereflendiler.
|