Bir zamanlar Irak’ta iki kabile vardı.
"Berzenciler" ve "Hayderiler".
Bir zaman, aralarına bir husumet girdi bunların.
Sonra iÅŸ büyüyüp, "savaÅŸ"a kadar gitti.
Nice sözü geçen, itibarlı kimseler girdiler araya.
Fayda etmedi.
Çaresizdiler.
Nihayet biri çıkıp;
- Bu iÅŸi ancak Nehri’de “Seyyid Taha hazretleri” çözer, dedi onlara.
Derhal bir heyet gitti Nehri’ye.
Durumu arz edip Seyyid Taha hazretlerine;
- İşte hâl vaziyet böyledir, dediler. Åžu an iki kabile savaÅŸmak üzeredir. Ve bütün ümit sizdedir.
Bunu halletmek, hem dini bir vazifeydi.
Hem de insani bir görev.
Kabul edip, onlarla birlikte Irak’a gitti mübarek zat.
Hadise mahalline yaklaşırken neredeyse savaÅŸ baÅŸlamak üzereydi.
Ama o geldi.
Fitne fesat sona erdi.
Zira iki taraf da çok seviyorlardı bu büyük Veliyi.
Onu hürmetle karşıladılar.
Barışıp anlaştılar.
Seyyidleri üzme sakın!
Bir gün de, seyyidlerden iki kiÅŸi, katırlarına bir sürü hediyeler yükleyip Irak’tan yola çıktılar.
Nehri’ye gidiyorlardı.
Seyyid Taha-yı Hakkari hazretlerini ziyaret edip, hediye sunacaklardı.
Lakin yolda Musa Bey adında bir zalim durdurdu onları.
Katırları, yükleriyle birlikte gasbetti.
İki seyyid çok üzüldüler.
Gelip hadiseyi Seyyid Taha hazretlerine naklettiler.
O da çok üzüldü.
Ve haber gönderdi o zalime:
- ÜzdüÄŸün kiÅŸiler, Peygamber evladıdır. Üzme onları! Yükler senin olsun. Ama iade et katırları.
Musa Bey, bu haberi aldı.
Ama hiç aldırmadı.
Seyyid Taha hazretleri, başka biriyle haber saldı yine.
O, tınmadı bile.
Büyük Veli çok üzüldü bu hale.
Hiddetle;
- "Cuma gecesi gelsin de o vermesin görelim" buyurdu.
Cuma gecesi, Nehri'den, talebeler gidip, neticeyi öÄŸrenmek için nöbet beklediler.
Musa bey, yatak odasına girip yatağına uzanırken, midesine bir ağrı girerek. "Karnım!.. karnım!.." diye bağırarak can verdi.
Sabaha çıkamadı.
|