Seyyid Ahmet Mekki Efendi ”rahmetullahi aleyh“, alim ve Veli idi.
Babası, Seyyid Abdülhakim Efendi hazretleridir.
Medrese tahsilinden sonra babasından da okuyup zahiri ilimlerin inceliklerini öÄŸrendi ve mutlak icazet aldı.
Yine babasının yüksek teveccüh ve himmetlerine mahzar olup, tasavvuf bilgilerinde de kemale geldi.
Kabr-i ÅŸerifi, Ankara’nın BaÄŸlum nahiyesindedir.
Bu satırları yazan (Abdüllatif Uyan) bu büyük Veliyi 60lı yıllarda tanıdım.
O zaman Kadıköy müftüsü idi.
Ben ise 20 yaşındaydım.
Ve üniversite de okuyordum.
Yanında, “müftülük katibi” olarak iki sene çalışmakla ÅŸereflendim.
Son derece edebliydi.
Şaşılacak kadar tevazu sahibiydi.
Öyle ki, tevazuundan müftülük koltuÄŸuna oturmazdı.
Sorduklarında;
- Ben o makama oturmaya layık değilim, derdi.
Halbuki kendi gibi büyük alim yoktu o devirde.
Dikkat ettim, ancak bir evrak imzalayacağı zaman masanın köÅŸesine iliÅŸip imzalar, diÄŸer zamanlarda, kenarda misafirler için konulmuÅŸ sandalyelere otururdu.
Ben müftülüÄŸe geldiÄŸim ilk günlerde bunu yadırgıyordum.
Sonra sebebini öÄŸrendim.
Åžöyle ki;
Bir gün, yine kenardaki sandalyelerden birinde oturuyordu ki, içeri bir adam girdi.
Uzun boylu, kırk yaşlarında, kasketli biriydi.
Sağa sola bakındı.
Müftü koltuÄŸunu boÅŸ görünce;
- Müftü Efendi yok mu? diye sordu bize.
Biz sükut ettik.
Ahmet Mekki Efendi cevap verdi kendisine.
- Müftüyü ne yapacaksın kardeÅŸim?
- Dini bir mesele soracaktım da.
- Bize sorabilirsin.
- Size sormam.
- Sor kardeÅŸim. Biliyorsak söyleriz.
Adamın canı sıkılmıştı.
- Hayır, ben müftüye soracağım. Bu, dini bir meseledir, herkese sorulur mu?
İşte o zaman Ahmet Mekki Efendi mecbur kaldı kendini tanıtmaya ve;
- Adam kıtlığında müftü benim, sor kardeÅŸim, buyurdu.
Adam şaşırmıştı.
Sualini sordu.
Cevabını aldı.
Ve huzur içinde ayrıldı.
O adam kadar ben de şaşırmıştım.
Ama merakım da zail olmuÅŸtu böylece.
|