Evliyanın en büyüklerinden Muhammed Bâkibillah “kuddise sirruh” hazretleri, bir gün sevdiği bir gence; 
- Yavrum! Gençlik günleri, ömrün en kıymetli zamanıdır, buyurdu. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor. Erzel-i ömür olan ihtiyarlık yaklaşıyor. 
 
Derin bir nefes aldı: 
- Yazıklar olsun ki, en şerefli, en lüzumlu iş olan İslamiyet’i öğrenip tatbik etmeyi, hayal olan erzel-i ömre bırakıyoruz. En kıymetli zamanlarımızı, en zararlı, en kötü şey olan, nefsin arzularına kavuşmak için sarf ediyoruz. 
 
Ve ekledi: 
- Halbuki Efendimiz “aleyhisselam”; (Yarına yaparım, yarına yaparım diyenler, aldandı, ziyan etti) buyuruyor. 
 
Bir âh çekti: 
- Allahü teâlâ, insanları ve cinleri, sadece kendisine ibadet ederek rızasına ve sevgisine kavuşmak için yarattı. 
 
Ve şöyle sordu: 
- Nefslerimizin arzuları peşinde koşan bizler, ne zaman aklımızı başımıza toplayacağız? Ne zamana kadar, bu nimetten mahrum kalacağız? 
 
Ve ekledi: 
- Nefsi ve şeytanı sevindirmeye ve Allahü teâlânın rızasından mahrum kalmaya daha ne kadar devam edeceğiz? 
 
Düşman karşısında bile 
 
Bir gün de; 
- Düşman karşısında, bir farz namazı kazaya bırakmak, yediyüz büyük günah işlemiş gibi günahtır, buyurdu. Hem de bu büyük günah, her namaz kılacak kadar boş zamanlar geçtikçe, bir misli artar. 
 
Sordular: 
- Hikmeti ne efendim? 
- Çünkü vaktinde kılınmayan namazları hemen kaza etmek de farzdır. 
 
- Ya tövbe ederse efendim? 
- Affedilir. Ancak kazalarını kılması şartıyla.
   |