Timur Han’a, bazı sevdikleri;
- Bu baÅŸarılarınızı neye borçlusunuz? diye sordular.
Cevabında;
- Bir karıncaya borçluyum, dedi.
Şaşırdılar:
- Karıncaya mı efendim?
- Evet, dedi.
Ve ÅŸöyle anlattı:
- Bir savaÅŸta yenilmiÅŸtik.
Ordum dağılıp perakende olmuştu.
Ben de gerilere çekilip, yıkık bir duvarın dibinde neticeyi bekliyordum ki, gözüm bir karıncaya iliÅŸti birden.
Hayvancağız, aÄŸzına koca bir buÄŸday tanesi almış, onu duvar üstünden aşırmaya çalışıyordu.
Ama muvaffak olamıyordu bir türlü.
Åžöyle ki, duvarın yarısına kadar çıkıp, yere düÅŸüyordu her defasında.
Ama pes etmiyor, tekrar o taneyi alıp tırmanıyordu duvara.
Dikkatimi çekmiÅŸti ufacık karıncanın bu inatçı hali.
Daha doğrusu sabır ve gayreti.
Karıncadan ders aldım
Merak edip saydım.
Tam yetmiÅŸ kere düÅŸürmesine raÄŸmen, yine de hedefinden vazgeçmedi.
Ve başardı sonunda.
Yetmişbirinci denemede aşırdı duvardan o buğday tanesini.
Bu, bana ibret oldu.
Ders aldım bu inatçı karıncadan.
Kendi kendime;
“Åžu karıncadaki sabır ve gayret bende olmalı” diye düÅŸündüm.
Gayrete geldim yeniden.
Ondan sonra, bir iÅŸe karar verip baÅŸlasaydım, onu baÅŸarıncaya kadar yılmadan çalışırdım artık.
Bir ÅŸey daha var tabii.
- O nedir efendim dediler.
- Bir iÅŸe baÅŸlamadan önce âlimlere sorar, onların tasvibini ve duasını alıp öyle giriÅŸirdim o iÅŸe.
|