Mazhar-ı Can-ı Canan “rahmetullahi aleyh”, zamanının bir tekiydi.
Henüz çocukken rüÅŸd ve hidayet nurları parlıyordu alnında.
Ne zaman Ebu Bekr-i Sıddîkın radıyallahü anh ismini ansaydı, karşısında görürdü kendisini.
İmam-ı Rabbani hazretlerini “rahmetullahi aleyh” düÅŸünse, Onun ruhaniyeti gelirdi karşısına.
Babası bir gün Ona;
- Ey oÄŸlum! Sen dünyaya gelince, ben dünyadan soÄŸudum. Mevki, makam sahibi bir dünya adamıyken, senin doÄŸumunla terk ettim dünyayı, demiÅŸtir.
Mazhar-ı Can-ı Canan onaltı yaşındayken babası ölüm hastalığına yakalandı.
Vefatı yaklaşınca;
- Ey Mazhar! Ömrünü boÅŸ ÅŸeylerle heba etme! diye vasiyet etti.
O da, bu vasiyetine uyup, Veliler “rahmetullahi aleyhim” sohbetine gitmeye baÅŸladı.
Sen ne yapıyorsun?
Lakin akrabaları;
- Sen ne yapıyorsun? Ecdadın mevki makam sahibi kimselerdi. Biz, senin de onlar gibi mevki makam sahibi olmanı istiyoruz, dediler.
HoÅŸuna gitmedi onların bu sözleri.
O gece, bir Evliya girdi rüyasına.
Ona şefkatle bakıp;
- Sen akrabalarına bakma! buyurdu. Bu dünya vefasızdır. Sen ahirete yönel. İnsan, cam parçasıyla, elması deÄŸiÅŸir mi hiç?
Sabah uyandığında, kalbinde mevki, makam sevgisinin tamamen silinip gitmiÅŸ olduÄŸunu gördü.
Artık o, dünyayı bir tarafa bırakarak, kendisini yetiÅŸtirecek bir mürÅŸit aramaya baÅŸladı.
Kim ÅŸu yerde bir Veli var deseydi, onu arar, bulur ve sohbetiyle ÅŸereflenirdi hemen.
Dört büyük acı
Bir gün bazı dostları;
- Ölüm acısı ne kadardır efendim? diye sordular bu zata
Cevaben;
- YetmiÅŸ kılıç darbesinden fazladır, buyurdu.
- Kabir azabı nasıldır efendim?
- Ölüm acısı hiçtir bunun yanında.
- Peki mahşer azabı efendim?
- Kabir azabı da, bunun yanında hiçtir.
- Ya Cehennem?
- O, hepsinden ÅŸiddetlidir. Oranın bir kıvılcımı bütün dünyayı yakar, yok eder.
|