Behaeddin-i Buhari “kuddise sirruh” hazretlerinin sevdiklerinden Emir Hüseyin adında biri anlatıyor:
Hocam beni Buhara’ya gönderdi bir iÅŸ için.
Kasr-ı arifan’dan çıktım yola.
Yolda, kendi kendime;
“Ey nefsim, sen ne zaman ıslah olacaksın? Senin ÅŸerrinden ne zaman kurtulacağım? MeÄŸer sen, ne hain, ne alçakmışsın. Hatta sen yüzbin ÅŸeytandan daha zararlıymışsın” diyerek nefsimi azarlıyordum.
O esnada nur yüzlü bir ihtiyar çıktı karşıma.
- Selamün aleyküm evlat.
- Aleyküm selam beybaba.
- Nefsini mi azarlıyorsun böyle.
- Ee evet efendim.
- İyi ama sen sana düÅŸeni yaptın mı önce?
- Neyi mesela efendim?
- Dinini güzel öÄŸrendin mi ve amel ediyor musun öÄŸrendiklerinle? Evet, nefs-i emmaren çok alçak, pek haindir. Ama yola gelmesi, senin gayretine baÄŸlı.
Ve ekledi:
- Hak teâlâ sana bir mürÅŸid-i kâmil tanıttı. Sen her iÅŸini Ona danışıyor musun? Ona tam tâbi oluyor musun? Nefsten kurtulmanın çaresi budur iÅŸte.
Nefsine zor gelse de
O zattan nasihat istedim.
- Hocan ne emrederse, can-ü gönülden yap, buyurdu. Nefsine zor gelse de yap. Zira kurtulman, Ona tâbi olmaya baÄŸlı. Bunu yapabilirsen, nefsini temizlersin. İtiraz edersen, bir milim yol alamazsın.
Ve ekledi:
- Hocanın emirlerini, tevil etmeden yerine getir. Nefsine değil, Ona uy.
Bunları söyleyip kayboldu gözden.
Ne güzel nasihatler etmiÅŸti bana.
Sözlerini kalbime yazdım. Ve çeki düzen verdim hâlime.
Ama kimdi bu zat? Çok merak etmiÅŸtim.
Velhasıl seferden dönüp hocamın huzuruna geldim.
Bana bakıp sordu:
- O güzel nasihatları yapanı tanıdın mı?
- Tanımadım efendim.
Buyurdu ki:
- O, hazret-i Hızır’dı oÄŸlum.
|