Mevlana Halid-i BaÄŸdadi “kuddise sirruh” hazretleri, BaÄŸdat’ta talebe okutmakla meÅŸgul oluyor, ama Hindistan hiç çıkmıyordu aklından.
Zira Mekke’deki bir mübarek zat; “Senin iÅŸin Hindistan’da hallolur” demiÅŸti kendisine.
Yani aradığı mürÅŸidi orada bulacaktı.
Ama nasıl?
Kalbi bu düÅŸünce içinde yanıp dururken, Hindistan'dan bir yolcu çıka geldi yanına.
Mirza Abdürrahim.
Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” talebesi.
- Efendim, hocam Abdullah-ı Dehlevi hazretleri, zat-ı alinizi Hindistan’a davet ediyor, diye arzetti kendisine.
O da bunu bekliyordu zaten.
BaÅŸbaÅŸa sohbete baÅŸladılar günlerce.
Talebeler, bu Hindli’ye kızıyor, ama bilmiyorlardı bundaki gizli hikmeti.
Zira Resulullahtan “aleyhisselam” gelen ilim, feyiz ve nurlar, Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin kalbine akmış, O da bu emaneti teslim etmek için ehil birini arıyordu.
Kalb gözüyle, bu emaneti teslim edeceÄŸi ehil kiÅŸinin, BaÄŸdat’ta, Mevlana Halid adında bir genç âlim olduÄŸunu görmüÅŸtü.
Onu Hindistan’a getir!
Ama Hindistan ile Bağdat arası bir senelik yoldu o devirde.
Hemen bir talebesini BaÄŸdat’a gönderip;
- O âlimi bul ve Hindistan’a getir! diye emretmiÅŸti.
İşte o talebeyle Mevlana Halid hazretleri, Hindistan yolculuÄŸuna çıktılar bir gün.
Ancak talebeleri ve halk yoldan çevirmek için çok yalvardılar.
Ama fayda etmedi.
Son olarak;
- Hindistan yolu tehlikelerle dolu, karanlık ve zulmetlidir, gitmeyin efendim, dediler.
Onlara cevaben;
- Öyle ama, ab-ı hayat zulümatta bulunur, buyurdu.
Bir gülün kokusunu alan bülbül misali bir an önce Hindistan’a varmayı istiyordu.
Kimseyi dinlemeyip yola koyuldular.
Herkes, gözyaÅŸlarıyla uÄŸurladı onları.
|