Ebu Bekr-i Åžibli hazretleri “rahmetullahi aleyh”, talebesinden birini, diÄŸerlerinden daha çok seviyordu.
Öbürleri bunu merak eder, Hocamız niçin onu bizden çok seviyor? diye konuÅŸurlardı aralarında.
Onların bu düÅŸüncelerini anlayıp, götürdü hepsini bir gün Dicle nehrinin kenarına.
Oturup, sohbete başladı.
Maksadı, onu niçin çok sevdiÄŸini anlatmaktı diÄŸerlerine.
O sevdiği talebe, bir ara aşka gelip, Allah diye bağırdı birden.
Gayri ihtiyari bağırmıştı.
Ancak diÄŸer talebeler beÄŸenmediler bu halini.
- GösteriÅŸ yapıyor, diye konuÅŸtular aralarında.
Biz de onun kadar Allah'ı seviyoruz. Ama biz onun gibi riya yapamıyoruz diyorlardı.
Hazret-i Åžibli bunu sezip, çağırdı o halis talebeyi huzuruna.
Attı onu Dicle’ye
Ve tuttuÄŸu gibi atıverdi genci Dicle’ye.
Talebeler bunu görüp;
- Eyvah! dediler. Ne olacak şimdi? Mutlaka boğulmuştur zavallı.
Bazıları da,
- Yazık oldu, biz sebep olduk, diye üzülüyorlardı.
O anda hocaları seslenip;
- Evlatlarım! Böyle yapmaktan maksadım, size ders vermekti, buyurdu. Siz, onun kalbindeki ihlası bilseydiniz, hakkında böyle düÅŸünmezdiniz.
Ve ekledi:
- EÄŸer o bağırması, ihlasla olmuÅŸsa, su ona zarar vermez. Nil nehrinden Musa “aleyhisselam” nasıl kurtulduysa, bu da öyle kurtulur. Ama riya ile bağırdıysa, Firavun misali boÄŸulur o da.
Talebeler, boÄŸuldu mu, boÄŸulmadı mı diye merak ediyorlardı ki, o esnada delikanlı çıktı sudan.
Ve oturdu aralarına.
Baktılar, elbisesi az bile ıslanmamıştı.
|