Amir bin Abdullah “rahmetullahi aleyh”, tabiin-i kiramdan, bir büyük Velidir.
Kalbi, Resulullahın “aleyhisselam” aÅŸkı ile yanardı için için.
Namaza durduÄŸunda, kendinden geçer, tamamen sıyrılırdı dünya düÅŸüncesinden.
Öyle ki, yanında çocukları bağırıp çağırsalar da hiç haberi olmazdı bunlardan.
Bir gün Ona;
- Efendim, siz namaza durunca, hatırınıza hiç dünya düÅŸüncesi gelmez mi? diye sordular.
Cevabında;
- Allah'ın huzurunda iken baÅŸka ÅŸey düÅŸünmek hiç uygun olur mu? buyurdu.
- Peki namazda kalbinize ne gelir efendim?
- Yarın mahÅŸer günü nasıl cevap veririm Rabbime? Cennete mi giderim, yoksa Cehenneme mi? Bunları düÅŸünürüm.
İbadet sevabı daha çok olsun diye her sabah gusül abdesti alırdı.
Gündüzleri oruç tutar, gece namaz kılardı.
Zira başka şeyden zevk almazdı.
Ya ibadet yapardı, ya da bir hizmet.
Ahiret derdi ile dertlenmiÅŸti ki, ölüm ve sonrasını düÅŸünürdü daima.
Çabuk söyle, iÅŸim acil
Bir gün bir kimse Onu görüp istifade etmeye gelmiÅŸti.
Baktı ki, namaz kılıyor.
Başladı beklemeye.
Büyük Veli selam verip de onu görünce;
- HoÅŸ geldin, dedi. Bir ÅŸey diyeceksen biraz çabuk söyle ki, iÅŸim acildir.
Adam şaşırdı:
- Hayırdır efendim. Bu kadar acil işiniz nedir ki?
- Ölümü bekliyorum, buyurdu.
Ve namaza durdu yine.
Ruhunu, namazdayken vermeyi çok istiyor, bunun için namazdan çıkmak istemiyordu.
Vermeye alışın!
Bir gün de birkaç sevdiÄŸiyle sohbet ediyordu ki, onlara;
- Kendinizi, almaya değil, vermeye alıştırın, buyurdu.
Sordular:
- Verecek birÅŸeyimiz yoksa efendim?
- O zaman, hiç olmazsa tebessüm edin. Bu yolla ferahlatın din kardeÅŸinizi. Bu da bir sadakadır.
|